rüya gördüm dün gece. uzun zaman ardından. tabii ki de seni gördüm. tabii ki de uzun zaman ardından.
yürüyorduk ışıksız bir yolun tam ortasından. sen bana "bu karanlıklardaki karartılar kim?" diye soruyordun. ben gülümsüyordum sana.
yolun kenarında siyah ağaçlar vardı. siyah meyveleri vardı ağacın. sen bana "bu meyveleri kimler yiyor?" diye soruyordun. ben gülümsüyordum sana.
siyah arabalar geçiyordu sonra yanımızdan. arabanın gürültüsü de gölgeliydi. arabayı bir gölge sürüyordu, bir başka gölge koşuyordu arkasından. sen şaşırmıştın, bense senin şaşkın gözlerine gülümsüyordum hala.
kuşlar uçuyordu, her biri birbirinden siyah. kuşları yakalamak isterken bir korku vesikalığı düşürüveriyordu siyah eteğinden. kara kaplı defteri hemen alıp saklıyordun benim siyah gözlerimden. bense hala gülümsüyordum senin telaşlı hallerine rağmen.
"bak!" diyordum sana "şurada oturalım mı?". bu kez sen gülümsüyordun. oturuyorduk, güneş yoktu, hiçbir şey görünmüyordu karanlıktan. ama biz bir manzara izliyorduk.
gözlerinden yaşlar süzülüyordu, bunu hissedebiliyordum ama görmüyordum.
ellerini de göremiyordum zaten. saçların zaten yok.
sahi sen korkuyordun karanlıktan.
sen yoktun ama korkun vardı ellerimde. vesikalığını bende unutmuş olmalısın.
gülümseme yoktu yüzümde artık.
farkına varıyordum o anda. şimdi düşüncelerim de karanlık.
rüya görmemiş bile olabilirim.
ne kadar da benziyor karanlıklar diğer karanlıklara.
biliyorum hiçbir şey farketmeyecek ama
sen henüz görmediğim en güzel rüyam kadar güzelsin eminim.
"kırtlama çay"