9 Ocak 2014 Perşembe


Titanik'de olmak ölmeye değer belki?

yapamadıklarımızla örüyoruz duvarlarımızı.
söyleyemediklerimizle.
o kadar çok şey var ki elimizde zamanı da onlardan biri sanıyoruz.
evren genişliyor zaman akıyor biz kendi duvarlarımızı kendi ellerimizle sözlerimizle örüyoruz.
tutkusuz bitkin solmuş kapı ardında kalan çöpler gibi yaşıyoruz.
maviliğinden kam alamadığımız göğün yağmurundan gam alıyoruz.
yağmurda ıslanmanın, kollarımızı açıp gökyüzüne mekanı sonsuza yaymanın huzuruna dalamıyoruz da kendimize sığınak buluyoruz.kaçıyoruz.
düşünüyoruz sonra ve kendimize bir duvar daha örüyoruz.
her şeyden kaçarak herkese susarak başımızı başka yöne çevirip gözlerimizi içimize devirip karanlık puslu mekanlarımıza dönüyoruz.
bir kıpırtı görsek ayıplıyoruz bir ateş harlasa korkuyoruz.oysa zaman akıyor ve esaretten farksız hayatlar yaşanıyor.
söylemediklerimize esiriz.yapmadıklarımıza.
ertelediklerimize esiriz.
bugün gidemediğimiz o şehir şehrin sokakları.sokakları arşınlayan insanların hayatları hiç bir zaman bugün gibi olmayacak.ve biz yakalamak yerine hayatı kalıplarımıza sığınıyoruz.
sanırım insanlar bir çift göz uğruna gidilmedik yer kalmayınca kadar gittiklerinde mutlu olacak.
oysa rüzgardan titrese perdemiz şiddetle ve korkuyla kapatıyoruz pencerelerimizi.
gülümseyen bereli kadını görebilecek miyiz bir daha?
sustuk ve gece ona söyleyeceklerimizi düşündük ya  hani .ne önemi var şimdi o sözlerin?
sustuklarımızla duvarlar örmenin?
okumadığımız hayatlar dokunmadığımız insanlar ve tüm beklediklerimiz pişmanlık sütunları oluyor kendi kalelerimize.
yapamadıklarımızdan duvarlar yapmaya devam edecek miyiz?
bir nefes alıp geceden, duvarlarını teker teker yıkabilecek miyiz?
tutup elinden hayallerimizin tutkularımızın aşklarımızın hadi gel diyecek miyiz?
ihtiraslarımızın bedelini göze alabilecek miyiz?
ne dersiniz?
Titanik de olmak ölmeye değer belki.


green 'e itafen yazılmıştır...

Joe Dassin - L'Été Indien



blank 


c

4 Ocak 2014 Cumartesi

yayık ayyaş-5



...
bağdat caddesinin arka taraflarında bir çocuk parkında bankta oturan annelerin sohbetine kulak misafiri olmuştu işsiz günlerinin birinde:

-seninkini hangi kreşe yazdırdın?
-şu amerikan kolejiyle bağlantısı olan bir kreş var ya oraya verdim.
-ayy ben ne yaps am bilemiyorum çocuk büyüdü çok geç kaldım.
-canım çok ihmalkarsın
-çocuğumun ileride iyi yerlere gelmesini istiyorum.
-benim çocuğum amerikada okuyacak büyük adam olacak

iğrenç bi muhabbetti. hayatında hiç büyük hedefleri olmamıştı. başarısızlıklar günlerinin normal akışının bir parçası haline gelmişti. büyük adam olmayı hiç istememişti. üşenirdi zaten büyük işler yapmaya.
parkta oynayan üzerinde planlar yapılan çocuklara baktı. üzüldü. ne kadar da masumlar diye geçirdi içinden. sonra bu düzende büyüdükleri hallerini getirdi gözünün önüne. şimdi birlikte parkta oynayan çocuklar bundan bi 2-3 sene sonra yarıştırılmaya başlayacaktı. 10 sene sonra kendileri yarışacaktı. 15 sene sonra ise birbirlerinden nefret derecesinde bir yarışma içerisinde olacaklardı. belki de böyle olmayacaklardı ama şu an bu şekilde bir sürü insan vardı.
hayatın hep güle oynaya geçmeyeceğini biliyordu ama bu düzenden nefret ediyordu. insanların birbirini kırmasından nefret ediyordu.
ağlayan bir çocuğun ağlamayı bırakıp gözyaşları yanağında gülümsemesi anını tüm bu düzene değişebilirdi.

...












"kırtlama çay"          .