HIRKA-İ MELANET VE KLARNET
gece
türlü rüyalar görmek, uyuyamamak sinirini bozmuştu. siniri bozulunca ritüelde
ne varsa hepsini terk ederdi.sabah erken kalkmaz, yemek yemez, işine gitmezdi.suçlayacak
birilerini aradı.aklına türlü şeyler geldi.Allah'a isyandan kıl payı kurtulup
suçu yine talihsizliğine, kendine yapıştırdı.yapıştırdığı yerde hafif ıslaklık
oldu.küfrederek yataktan çıktı.o gün neler yapacağını kafasında kura kura
banyoya gitti.hiç bir şeye karar veremedi.zaten karasızlıktan hoşlanmasa da
plansızlıktan hoşlanıyordu ve kaderci insanlardan domuz kadar nefret ediyordu.duş
aldı.bir gün önce yağmurda ıslanan kurumaya bıraktığı elbiselerin hala nemli
olduğunu fark etti. yanlış yerde yanlış zamanda olduğunu düşündü.hayat bu
olmasa gerekti.
kıvırcık
saçlarının arasına kaçan her yağmur damlası için küfretseydi çok küfürbaz
olduğuna inanabilirdi.yağmur bir hızlanıp bir yavaşlayarak yanar döner insanlar
gibi onun bu inancının bir yanında duruyor bir de arkasından vuruyordu.duran
şeyleri vuran şeylerden daha çok sevmesi onun muhafazakar olması anlamına
gelmiyordu.yine de ona göre tüm insanlar muhafazakardı.kendi benliklerine ve
inançlarına karşı.ya da tutkularını muhafaza edenler vardı.o ise çoğu tutkusunu
çok da yol almadan kaybetmişti.her şeyden sıkılan bir insan olmasından değil de
her şeyi berbat eden, bir işe yaramayan bir adam olmasından kaynaklanıyordu.elini
attığı işler bir yana, elini atmayı düşündüğü işler bile bir şekilde ruhunda
pis bir koku bırakıyordu.ruhu
buzdolabının arkasında çürümüş unutulmuş meyveler gibiydi.yağmur
hızlanmıştı.metrekareye düşen küfür metrekareye düşen yağmurdan fazla olmaya
başlamıştı.sorgulamadan küfrediyordu.onun bu sinirli, bu tükenmiş, bu çaresiz
haline bulut altından bir güneş gülüyordu.
her
zamanki gibi rahatlamak için başka hayatlara başka hayatların kurgularına
sığınacaktı.elleri ceplerinde şu müzikli kitapçıların bir kaçını geçtikten
sonra pasajdaki sahafların arasına daldı.burada bu eski mekanda köklerine dönen
insanlar ve yıllar önce kaybettiği ailesine kavuşan bir çocuğun hisleri gibi
garip şeyler hissediyordu.patavatsızca yüzüne bakanları ve seç al 5 liracıları
geçti.paranın varlığından da yokluğundan da nefret ediyordu.tılsımlı bir kelime
olmalıydı bu düzeni değiştirecek. şiir kitaplarının alt alta koyulduğu bir tezgahın
önünde herkes şair olsaydı hiç kimse şair olamazdı diye düşündü.felsefe yapması
midesini yakmıştı.çay içtikten sonra olan bu duyguyu iyi biliyordu.bir
yerlerden adını anımsadığı bir adamın hikaye kitabı gözüne çarptı.bir iki
karıştırınca almaya karar verdi.bir kitapta hoşuna giden ufak bir şey bile olsa
onu alırdı.kitaplar onun bu hiçleşmiş, içi boş, kokuşmuş varlığını bir nebze
olsun anlamlandırmak için varlardı.o bunun farkına, bir ikindi vakti üstündeki
otları yolduğu bir mezarın başında vardı.bu farkındalık mezarlara arkasını
dönüp, sanki onu göreceklermiş gibi, mezarlığı çevreleyen duvara karşı işerken
yerini tarifsiz bir rahatlığa bıraktı ve gözlerini güneşten almamanın verdiği
geçici aydınlık kadar kısa ve yakıcı sürdü.
bir
eli cebinde bir elinde poşet eski zaman külhanbeylerinin ve şu ölüm , aşk ve
yalnızlık şairlerinin arşınladığı o dar kıvrımlı ara sokaklarda yürümeye
başladı.bir tılsım varsa ya da bir sır bu ara sokakların birine saklanmalıydı mutlaka.ara
sokalar bitip o uzun, boş kalmaz ve ortasından film şeridi gibi tren rayları
geçen caddeye çıktı.adımları onu bir yere götürüyordu.istemsiz gibi olan bu
hareketler aslında bir kimlik bilgisi gibi sabitti.fare gibi peynirine ulaşınca
gözleri hafiften doldu.olduğu yerde kaldı.neden sonra karşıdan gelen tramvayın
sesiyle yolun tam ortasında şu boyanıp da kıpırdamadan duran sokak sanatçıları
gibi kaldığını fark etti.evren boşluğu kabul etmez hesabına bir onluk yatırdı
ve gözüne ilk ilişen boşluğa bir apartmanın girişine kendini bıraktı.artık
istemsiz sanılan adımların getirdiği o şeye çok yakındı.
bu
İstanbul, bu klarnet,bu yağmur.dikenleri tüy tüy olan kirpiler gibi
sakinleşmişti.varlığını sahaftan aldığı kitapla satmıştı. şimdi arda kalan her
şey bu klarnetin sesine dokunuyor bu yağmurun kokusunda eriyor ve bu şehrin
sokaklarına dehlizlerine akıyordu.artık kalemin deftere tebeşirin tahtaya
bıraktığı bir iz olarak bile hissetmiyordu kendini.akan gözyaşlarının ne önemi
vardı ki şimdi. Sezen haklıydı İstanbul İstanbul olalı hiç görmemişti böyle
keder ve geberiyordu işte neyden kimden nasıl ne zaman olduğunun ne önemi vardı.ıslanmış
saçlarından yüzüne düşen damlalar ve gözyaşları bir gün yol bulup denize
karıştıklarında yada buhar olup göğe
karıştıklarında belki saadeti mezarının üzerinde çıkmış otlarla paylaşabilirdi.sonra
ara sokaklara saklanmasını gerektiği sırların tılsımların aslında geniş
caddelerde, insan içinde, göz önünde apaçık durduğu kanaatine vardı.önünden birkaç kenar mahalle gençi geçti.bir süre
arkalarından baktı.bu hayatta sadece klarnet çalan sokak sanatçılarına para
verilmesi gerektiğine inanırdı.cebinde kalan son parayı bu kutsal gördüğü şey
uğruna verirken hiç ama hiç içi sızlamadı.arkasını dönüp yürüdü.az önceki
gençler bu sefer karşısından geliyordu. arkadan bakmak gibi olmazdı. göz göze
gelme riskine karşı kafasını eğdi.yanından geçerken telsizlerinden duyduğu
anonsu fark edip şaşırdı.her şeyin zıddıyla ve alakalı alakasız her şeyle iç
içe girdiği bu dünyada bulunmak tabi ki tılsımı sırrı bulmayı
zorlaştırıyordu.ilk sapaktan ara sokaklara geri döndü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder