3 Ekim 2013 Perşembe


HIRKA-İ MELANET VE KLARNET
            gece türlü rüyalar görmek, uyuyamamak sinirini bozmuştu. siniri bozulunca ritüelde ne varsa hepsini terk ederdi.sabah erken kalkmaz, yemek yemez, işine gitmezdi.suçlayacak birilerini aradı.aklına türlü şeyler geldi.Allah'a isyandan kıl payı kurtulup suçu yine talihsizliğine, kendine yapıştırdı.yapıştırdığı yerde hafif ıslaklık oldu.küfrederek yataktan çıktı.o gün neler yapacağını kafasında kura kura banyoya gitti.hiç bir şeye karar veremedi.zaten karasızlıktan hoşlanmasa da plansızlıktan hoşlanıyordu ve kaderci insanlardan domuz kadar nefret ediyordu.duş aldı.bir gün önce yağmurda ıslanan kurumaya bıraktığı elbiselerin hala nemli olduğunu fark etti. yanlış yerde yanlış zamanda olduğunu düşündü.hayat bu olmasa gerekti.
            kıvırcık saçlarının arasına kaçan her yağmur damlası için küfretseydi çok küfürbaz olduğuna inanabilirdi.yağmur bir hızlanıp bir yavaşlayarak yanar döner insanlar gibi onun bu inancının bir yanında duruyor bir de arkasından vuruyordu.duran şeyleri vuran şeylerden daha çok sevmesi onun muhafazakar olması anlamına gelmiyordu.yine de ona göre tüm insanlar muhafazakardı.kendi benliklerine ve inançlarına karşı.ya da tutkularını muhafaza edenler vardı.o ise çoğu tutkusunu çok da yol almadan kaybetmişti.her şeyden sıkılan bir insan olmasından değil de her şeyi berbat eden, bir işe yaramayan bir adam olmasından kaynaklanıyordu.elini attığı işler bir yana, elini atmayı düşündüğü işler bile bir şekilde ruhunda pis  bir koku bırakıyordu.ruhu buzdolabının arkasında çürümüş unutulmuş meyveler gibiydi.yağmur hızlanmıştı.metrekareye düşen küfür metrekareye düşen yağmurdan fazla olmaya başlamıştı.sorgulamadan küfrediyordu.onun bu sinirli, bu tükenmiş, bu çaresiz haline bulut altından bir güneş gülüyordu.
            her zamanki gibi rahatlamak için başka hayatlara başka hayatların kurgularına sığınacaktı.elleri ceplerinde şu müzikli kitapçıların bir kaçını geçtikten sonra pasajdaki sahafların arasına daldı.burada bu eski mekanda köklerine dönen insanlar ve yıllar önce kaybettiği ailesine kavuşan bir çocuğun hisleri gibi garip şeyler hissediyordu.patavatsızca yüzüne bakanları ve seç al 5 liracıları geçti.paranın varlığından da yokluğundan da nefret ediyordu.tılsımlı bir kelime olmalıydı bu düzeni değiştirecek. şiir kitaplarının alt alta koyulduğu bir tezgahın önünde herkes şair olsaydı hiç kimse şair olamazdı diye düşündü.felsefe yapması midesini yakmıştı.çay içtikten sonra olan bu duyguyu iyi biliyordu.bir yerlerden adını anımsadığı bir adamın hikaye kitabı gözüne çarptı.bir iki karıştırınca almaya karar verdi.bir kitapta hoşuna giden ufak bir şey bile olsa onu alırdı.kitaplar onun bu hiçleşmiş, içi boş, kokuşmuş varlığını bir nebze olsun anlamlandırmak için varlardı.o bunun farkına, bir ikindi vakti üstündeki otları yolduğu bir mezarın başında vardı.bu farkındalık mezarlara arkasını dönüp, sanki onu göreceklermiş gibi, mezarlığı çevreleyen duvara karşı işerken yerini tarifsiz bir rahatlığa bıraktı ve gözlerini güneşten almamanın verdiği geçici aydınlık kadar kısa ve yakıcı sürdü.
            bir eli cebinde bir elinde poşet eski zaman külhanbeylerinin ve şu ölüm , aşk ve yalnızlık şairlerinin arşınladığı o dar kıvrımlı ara sokaklarda yürümeye başladı.bir tılsım varsa ya da bir sır bu ara sokakların birine saklanmalıydı mutlaka.ara sokalar bitip o uzun, boş kalmaz ve ortasından film şeridi gibi tren rayları geçen caddeye çıktı.adımları onu bir yere götürüyordu.istemsiz gibi olan bu hareketler aslında bir kimlik bilgisi gibi sabitti.fare gibi peynirine ulaşınca gözleri hafiften doldu.olduğu yerde kaldı.neden sonra karşıdan gelen tramvayın sesiyle yolun tam ortasında şu boyanıp da kıpırdamadan duran sokak sanatçıları gibi kaldığını fark etti.evren boşluğu kabul etmez hesabına bir onluk yatırdı ve gözüne ilk ilişen boşluğa bir apartmanın girişine kendini bıraktı.artık istemsiz sanılan adımların getirdiği o şeye çok yakındı.

            bu İstanbul, bu klarnet,bu yağmur.dikenleri tüy tüy olan kirpiler gibi sakinleşmişti.varlığını sahaftan aldığı kitapla satmıştı. şimdi arda kalan her şey bu klarnetin sesine dokunuyor bu yağmurun kokusunda eriyor ve bu şehrin sokaklarına dehlizlerine akıyordu.artık kalemin deftere tebeşirin tahtaya bıraktığı bir iz olarak bile hissetmiyordu kendini.akan gözyaşlarının ne önemi vardı ki şimdi. Sezen haklıydı İstanbul İstanbul olalı hiç görmemişti böyle keder ve geberiyordu işte neyden kimden nasıl ne zaman olduğunun ne önemi vardı.ıslanmış saçlarından yüzüne düşen damlalar ve gözyaşları bir gün yol bulup denize karıştıklarında yada  buhar olup göğe karıştıklarında belki saadeti mezarının üzerinde çıkmış otlarla paylaşabilirdi.sonra ara sokaklara saklanmasını gerektiği sırların tılsımların aslında geniş caddelerde, insan içinde, göz önünde apaçık durduğu kanaatine vardı.önünden  birkaç kenar mahalle gençi geçti.bir süre arkalarından baktı.bu hayatta sadece klarnet çalan sokak sanatçılarına para verilmesi gerektiğine inanırdı.cebinde kalan son parayı bu kutsal gördüğü şey uğruna verirken hiç ama hiç içi sızlamadı.arkasını dönüp yürüdü.az önceki gençler bu sefer karşısından geliyordu. arkadan bakmak gibi olmazdı. göz göze gelme riskine karşı kafasını eğdi.yanından geçerken telsizlerinden duyduğu anonsu fark edip şaşırdı.her şeyin zıddıyla ve alakalı alakasız her şeyle iç içe girdiği bu dünyada bulunmak tabi ki tılsımı sırrı bulmayı zorlaştırıyordu.ilk sapaktan ara sokaklara geri döndü.



                                                                                                                             






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder