30 Kasım 2014 Pazar



OFSAYT OSMAN


*biz fakirler için yazılmıştır.
ofsayt Osmanı bilen bilir bilmeyen zaten bu yazıyı okumasa da olur.
hayat fazlasıyla futbola benzer ve futbol hayatın kendisidir.
fakirler üç kuruş para için bir gün kendisinin de rahat yaşayabilmesi için didinir.
didinmek mutlak surette tırmalamaktır.
fakirler doğuştan yeniktir.
üç beş adam bazı fakirlerin para olarak rahatlamsına vesile olmuş hatta onları milyarder yapmış olabilir.
bilen bilir fakirlerin parası olsa bile ruhu fakirdir.
bir sahne hayal edelim,
dakika 90 ı geçmiş ve siz bir Anadolu takımı olarak bir İstanbul takımını yenmek üzeresiniz,
hakem önce haddinden fazla uzatma verir,
uzatma da bir penaltı,
ve siz koşma rekoru kırdığınız bir lig de ,
üstelik yenmek üzereyken,
kaybedersiniz.
onca emek didinmek boşunadır.
bir başka sahne ,
zar zor borç harç bitirdiğiniz okullar,
soğuktan donduğunuz evler,
pisliğinden bunaldığınız yurtlar,
ucuz sigaralar,
simitle geçen kahvaltılar ki bazen siz aç değilsinizdir!,
et niyetine yediğiniz tavuklu pilavlar,
tamam herşey geçmiştir,
artık zamanı gelmiş siz de adam olcaksınızdır.
ay da bir menüye bakmadan yemek yiyeceksinizdir orta sınıf bir lokantada,
ama işte son mülakatta,
hani sizin yazlı sınavda muhteşem yaptığınız o şirket mülakatında,
birileri,
güçlüler,
tanıdığı olanlar,
sizin önünüze geçmiştir.
siz bir Anadolu takımı olarak kazanmak üzereyken,
kaybetmişsinizdir.
ve o an 
tüm didinmeler tüm çabalar tüm sabırlar tüm kahırlar
boş gelir.
değişmez bir gerçek kenarı açılmış ayakkabılarınızdan giren soğuk gibi bedeninize girer,
ve ruhunuz ürperir.
yapılacak tek şey ucuz bir sigara dumanında,
tenha bir köşede ağlaya ağlaya,
ölümü beklemektir.
çünkü bu da gol değildir.

29 Kasım 2014 Cumartesi


Ağır çekim
Ne diyebilir ki
Öfkesini izler insan
En bilinçsiz görülen zamanda
İdrak tepesinde

Ne susulabilir ki
Neyi konuşacağını bilmeyen biri
Gevelerken sözleri
Ruhu ensesinde

Ne bilebilir ki
Her şeyi bilemeyeceğini
Gerçeğin boyutlarını sezdiğinde
Mutluluk sonrasında

Ne vazgeçebilir ki
Yapış yapış günahlarla
Akan nehirlere yaslanıp beklerken
Ölüm arifesinde

Ne yaşar ki
Suya hasret su içinde
Elleri paslı bir demire kelepçeli
Batık gemilerde






19 Kasım 2014 Çarşamba

Savaş Bu
Gözlerini açtı. Gri gökyüzünü amaçsızca süzdü. Bilinci yerine gelir gelmez belirsiz bir korku ve şiddetli susamışlık hissetti. Önce gözleriyle taradı çevreyi, bir süre sonra başını kaldırıp etrafına baktı. Başını kaldırırken gövdesinde dipten bir sızı hissetti ve kendinden geçmeden önceki sahneler ardı ardına gözünün önüne geldi.
Rossi bir İtalyan askeriydi ve birliğiyle birlikte çekilirken vurulmuştu. İki köy arasındaki bu bir iki saat aralı hücum ve geri çekilme hareketi bir süredir devam ediyordu. Hem İtalyanlar kendi tuttukları köyden karşı köye hücum ediyorlar ve kendilerince ağır zayiat verip geri çekiliyorlar hem Fransızlar aynı şekilde kısa taarruzlarda bulunuyorlardı. Kesin hücum emri gelmemişti ama yıpratma amacıyla bu tarz hareketlilikler yapılıyordu. Geri çekilirken onları kovalayan Fransızlar Rossi’yi ölü sanmış olmalı ki bir şey yapmamışlardı.
Bir hareketlilik sezdi birden. Gözleri yarı açık gelenlerin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Bunlar Fransızların tarafından gelen İtalyan birliğiydi. En önden gelen komutanını gördü. Sevinir gibi oldu. Doğruldu. Komutanı durdu.
-Rossi seni öldü sanmıştık dedi.
-komutanım henüz değil ama sanırım 5 saattir yatıyorum ve ölmek üzereyim acaba şarabınızdan bir yudum içebilir miyim dedi, Rossi tüm hararetiyle.
Komutan matarasını çıkardı ama boş olduğunu gördü. Bu sırada Rossi’nin bakışlarındaki bulanıklığı fark etti.  Fransızlar yaklaşıyordu. Rossi uzaktaki Fransızlara bakıp bir şey demek üzereydi ki bir öksürüğe tutuldu. Komutan:
-rossi senin için köyüne bir mektup yazacağım dedi ve Rossi’nin başından ayrıldı Geriden gelen bir askere eliyle vur emri verdi. Asker Rossi’nin kalbine nişan alıp onu öldürdü.
Bu harekete anlam veremeyen gözlerle bakan birkaç askere, “Fransızların çok güzel şarabı var, savaş bu ihtiyatlı olmak lazım .“dedi.
***
Gece inmiş askerler bir köşede şarap içip çene çalmaya başlamıştı. Gece iki tarafta birbirine ilişmez herkes rahat rahat işini yapardı. Postallarını boyayanlar, tıraş olanlar, mektup yazanlar ne ararsan vardı.
İlk silah sesi köyün girişinden geldi. Şaşkın askerler silahlarına sarılıp mevzi almaya çalıştı. Hem rahatları bozulduğu için hem de açıkça karşı tarafın kesin taarruz emri verdiğini anladıkları için canları sıkılmıştı. O şaşkınlıkta bir düzine asker ölmüştü. Komutan çadırında bir yandan üslerine haber vermeye çalışıyor bir yandan da askerlerine emirler veriyordu. Dışarı çıkması gerekti artık askerlerinin başına. Tam çıkacakken saldırıdan önce Rossi’nin ailesine ulaştırılmak üzere yazmaya başladığı mektup aklına geldi. Masanın başına geçti. Son iki cümleyi yazıp bitirecek sonra dışarı çıkacaktı.
Sandalyeye oturdu. Şu satırları yazdı ve imzasına atarken bir kurşunla kafasından vuruldu. İmzasındaki noktayı kafasına yediği tek kurşundan sıçrayan bir kan damlası koydu. Savaş bu ihtiyatlı olmak lazımdı.
“ Sevgili ….. ailesi,
Komutanı olduğum oğlunuz Rossi’nin kahramanca savaştığı bir çatışma esnasında hain düşmanca öldürüldüğünü bildirmek isterim. Oğlunuz cesur Rossi hepimize ve dahi sizlere gurur kaynağı olmalıdır. Son sözlerinde sizlerden ve sevgilisi Alegra’dan mutlulukla bahsetmiştir. Ölüm aylığı evrakları bu mektupla birlikte size ulaştırılacaktır. Tanrı hepimizi korusun.”
İmza
Donati Rizzo

12 Kasım 2014 Çarşamba



                        bile bile
O tren kaçtı şimdi
Uzun parmaklarım var benim
Firar izleridir bıraktıkları cebim delik
Rayların üzerinde
Sıtma menşeli bir rüzgar okşarken saçlarımı
Kıvırcık karanlıklar hışırdıyor
delik cebimde ellerim
dönse ayaklarım geri
cin olacağım sanıyor
                                dönülmüyor.

kaçan bir treni kovalamak değil niyetim
o tren kaçtı çünkü
realistim dibini sıyırırım gerçeğin
hayal dünyam yenik  bir asker
ve malumdur yenik askerler
tutsak olmaktansa
ölmeyi yeğler
eski bir lanettir
çok istediğinde bile bazen
                                 ölünmüyor.




3 Kasım 2014 Pazartesi

HER KİMSE HİÇ GELMEZ
göle giden yolda yürüyorum.yapraklarda ağaç namına bir şey kalmamış hepsi toprağa sarılmış.ağaçlar roma zamanından kalma heykeller gibi çıplak kalmış.
akşama çok yaklaşıyor gün.
***
güneş arkasını döner buralarda yazın bitiminde, sevgilisine küsmüş nazlı bir kız gibi.
güneş küsünce yalnız kalırım ben.
zilim kapıcının çöp toplama zamanında bile çalınmaz.bir kapıcım bile yok.
dıştan yek vücut görülen nar gibi ama içimde bin tane duygu peydahlanmış halde kendimi attım yollara. esrik develer gibi sallana sallana yürüyorum.

duvarların isimleri var evimde.hepsi ketum bir adam kesilir susarlar gündüzleri.ve geceleri ruhlarındaki aşifteyi kusarlar.
duvarlarım geceleri bana olmayacak hayaller anlatır.
tüm orospular gibi zamanı geldiğinde en tumturaklı yalanları dizerler ardı ardına.
sevgili duvarım bahar, kendisi balkonun karşısındaki duvar olur, dün gece Gönül isminde bir kadının bu akşam gölün kıyısındaki bankların en eski olanında beni bekleyeceğini söyledi.
herkes bazen yalanlara inanır.
herkes bazen yalanların doğru çıkma ihtimaline canını verebilir.
herkes bir akşam vakti göl kenarında hiç gelmeyeceğini bildiği Gönül ismindeki bir kadını bekleyebilir.
ve o kadın neredeyse nasıl biriyse nasıl şeyler yaşayıp nasıl hikayeler biriktirdiyse hiçbirini bilmenize izin vermez.
o kadın her kimse hiç ama hiç gelmez.

A.Y.

Kimse Gelmedi

Not: bu yazıyı okurken arka planda bu şarkıyı dinlemeniz şiddetle önerilir http://www.youtube.com/watch?v=v9bXnhEaO9M


-Kimse Gelmedi-

1 hafta olmuştu...
Birşey denemek istemişti o hafta. Kimseyi aramayacaktı ve öğrenecekti kimdi gerçek dostları. Bu karardan sonra kimseyi aramadı, hep bekledi. Bekledi ancak yine kimse aramadı. Sadece işi düşen insanlar arıyordu arada sırada onlarıda saymıyordu....

1 hafta olmuştu... Korkuyordu, demekki evde ölüp kalsa kimsenin ruhu bile duymayacaktı. Kimsesi yoktu çünkü. Bilmiyordu neden böyle olmuştu, nasıl olmuştu... Geçmişi düşündü, artık geçmiştende nefret etmeye başlamıştı, acı veriyordu çünkü artık geride kalan günler. Neredeler kim bilir şimdi... Titremek geliyordu içinden... Sıkışıp kalıyordu birşeyler boğazına..

Pencereden caddeye baktı, gülüp eğlenen insanlar vardı, gerçekten mutlu muydular? Mutluluk nedir? Beyinde salgılanan bir hormon mu, yoksa ruhen birşeyler oluyor muydu, bilmiyordu.. genelde üzülüyordu çünkü...

Birşeyler yanlıştı, düzeltmesi gerekiyordu ama bilmiyordu nasıl olacağını. Artık ona ümit veren tek şey bu dünyanında ölümlü olmasaydı. Azap veriyordu bu dünya ona. Geçmiş nasıl bittiyse, gelecekte bitecekti bir gün elbet.

B.Y.