30 Mart 2017 Perşembe

minimalist fotoğraflar ile ilgili görsel sonucu



İHTİMALLER DENİZİNDE
İlk öykü kitabımı yayınladığım zamanlardı. Eşe dosta dağıttığım kitaplar dışında kitabım cüzzi bir miktar satılmıştı. Kitap fuarlarına imza günlerine katılacak seviyede değildim ya, yayınevinin programında bir boşluk olmuş beni de o araya sıkıştırmışlar, gelir misin diye sorduklarında olur demiştim de, bir öğleden sonra kendimi kitap fuarında bir stantta dizili kitaplar arasında bulmuştum. Eskiden beri bu imza günlerinden hoşlanmıyordum ama şimdi bir şeyler değişmişti. Kitabımı okuyan tek kişi dahi olsa onu görmek dahası konuşmak istiyordum. İlk öykü kitabını yazanlar çoğunlukla hayatlarının sivrilmiş ya da sivrilmeye müsait yanlarından yıllar yılı süze süze biriktirdiklerini anlatırlar. Gerçek bir hayatın kısa tarihidir ve bolca dipnot içerir. Öyküler amatör de olsa sahici olur. Bir ölünün ardından konuşmak gibi bir şeydir aslında bu. Yazılı yas. Kitabı okuyan birkaç insanla kendi hayatımın yasını tutmak istiyordum ben de. Kaç kişi ölmeden tutabilir ki kendi ölümünün yasını? Dahası zordur anlatmak gerçekleri. Kurmacalar, tüm o hayaller, yüzleşemediklerimizden kaçmak için, gerçeğin boğazımızı sıkıp duran bağını koparabilmek içindir. Hem avaz avaz söylemek ister hem söylemekten köşe bucak kaçarken, kelimeler düşüverirler kağıdın üzerine. İşte o zaman hem kendinsindir anlattığın hem başkası.
Kitap imzalayacağım yere oturduktan sonra yarım saat boyunca boş boş durmuş etrafı izlemiştim. İnceden inceye moralim bozulmuştu. Kitabımın baskı sayısı da çok olmadığından iki yanıma dizili kitaplarımın oluşturduğu küçük tepe kafamı gömüp saklanacak kadar büyük değildi. Sonra tüm stantları dikkatle gezen, orta yaşı geçmiş, hayat dolu, tüm aktivitelerde boy gösteren, mitinglere sosyal olaylara en önde giden, sesi hep en çok çıkan iki teyze gelmiş benimle tanışmışlardı. Kitabın kapağını ismini rengini dikkatle incelemiş, hikayelerimde hangi toplumsal yaralara parmak bastığımı sorup, sonraki hikayelerimde bir takım toplumsal ahlak konularına değinmemi tembih etmiş ve gitmişlerdi. Muhtemelen ilk hikayeden sıkılıp bırakacakları kitabımı çantalarına koymayı da unutmamışlardı. İki üç gün sonra birbirlerine kitabı okumadıklarını laf arasında söyler, faydasız bulur, karşılarına ilk çıkan “köy okuluna kütüphane kuruyoruz” projesine bağışlarlar ve bunu gittikleri yerlerde övünerek anlatırlardı.
Teyzelerden sonra bir genç standın başından kitaplara baka baka yaklaştı. Oturduğum yerde adım yazılı bir kağıt olmasa yüksek ihtimal beni tanımazdı. “Mahir bey?” dedi. Bir sesleniş soru manası taşıyınca bir gizemi de içinde tutuyor. Merhaba deyip yaklaştı benim Mahir olduğumu anlayınca. Çantasından okunduğu belli olan kitabı çıkardı, kitabı beğendiğini anlar gibiydim. İçim içime sığmıyor, kalkıp sarılmak istiyordum. Kitabı imzaladım, çıkmasını planladığım bir kitaptan konuştuk. Sonra biraz durdu ve cesaretini toplar bir hali vardı. Ukala olmaktan kaçıp ama aynı zamanda fikrini de söylemek istiyordu. Bir hikayeden söz açtı. “İsmi neden bu kadar uzun merak ettim .“ dedi. “Sence ne olmalıydı?” dedim. Kısacık düşünüp, “tahterevalli.” dedi. İmge olarak düşününce hikayenin özeti tam da buydu aslında. “Birini sevdiğin zaman seni seviyorum demek en kısa yoldur ama seni seviyorum cümlesi bazen o kadar genişler ki roman olur şiir olur film olur.. Bu yüzden bu hikayenin de ismi biraz uzun olmalıydı.” dedim. Söylediklerim hoşuna gitmiş olmalı gülümsedi. Teşekkür etti. Kitabı çantasına koydu. Muhtemelen eve dönüş yolunda hikayeyi bir daha okuyacak, konuştuklarımı düşünecek, ertesi gün arkadaşlarına aramızda geçen diyalogları anlatıp içten içe mutlu olacaktı.
Birkaç kişi daha kitap imzalattı. Yeni yolculuklara gemi arayanlar ve en azından bir kere kitapçı raflarında gözlerine ilişip de bir sebepten hoşlarına gidip alanlar vardı bunların arasında. Kısa öz sohbetlerle kitapları imzaladım ve gittiler. Bazı insanların düğünlerine ve ölümlerine çok az kişi gelir. Mahzun ve kimsesiz insanlar vardır ya hani öyle bir his vardı üzerimde. Sakin bir yas töreni oluyordu. Kapanış yaklaşmıştı. Gençten bir kız uzaktan uzaktan bana bakıyor etrafımda kimse var mı diye kolaçan ediyordu. Deminden beri bir iki defa kitapların önünden geçmiş kitabımı incelemiş sonra tekrar gelmiş gitmiş ben tam bir şey diyeceğini hissettiğim bir anda bir başkası geldiği için stanttan uzaklaşmıştı. Çekingen tutuk bir hali vardı gözleri ise apaçık belli ediyordu heyecanını. Kapanış anonsu duyuldu. Bundan cesaret almış olacak ki yanıma doğru seğirtti. Çekingenliği üzerinden atsın diye ben merhaba dedim. Gerçekten de işe yaramış olmalı ki kendini tanıttı, üniversitede edebiyat okuduğunu, annesinin de çocuk kitapları yazdığını, üç beş stant geride bugün onun da imza günü olduğunu ve en sonunda da kitabımı okuduğunu hakkında konuşmak istediğini söyledi. Memnuniyetle kabul ettim. Kahve istedim görevli arkadaşlardan iki tane sıkı bir okuyucum vardı karşımda ve korkuyordum açıkçası söyleyeceklerinden. Kitabınız beğendim diyerek başladı söze. Hikayeler kendini içine çabuk alıyor ve belli ki sağlam temellere dayanıyor. Şaşırtıcı sonlar ve etkileyici hatta bazen hüzünlendirici diyaloglar var. Olduğu gibi samimi yazmışsınız. Övgüleri duyduğum ilk cümleden itibaren bunların nerede bir ancak ile kesilip yergilere geçeceğini merak etmeye başlamıştım. Bu yüzden övgülerin çoğunu duymadım sayılır. Ağzından çıkacak bir ancak fakat sözcüğüne odaklanmıştım. Susuyordum ve sakin kalmaya çalışır bir halde dinliyordum. Ve beklediğim ancak gelmişti. Bir es vermiş kahvesinden bir yudum almış gülümsemiş, edebi açıdan bakarsak diye başlayan birkaç cümleyi kucağıma koyuvermişti. Ukala değildi. Gerçekten hikayelerimi sevdiğini ve onlarla uzun uzun baş başa kaldığını okudukça gözüne kıymık gibi batan yerleri fark edip not aldığını anlayabiliyordum. Bir hikayede gençlik şairliğinden kalma sıralı kafiyeli cümlelerimi artarda okuyunca kendimde rahatsız olmuştum. Buna karşılık bazı hikayelerin içten gelip içe gittiğini ve içten okununca o sıralı cümlelerin bir arka fon müziği gibi sessizce olaylara eşlik ettiğini söyledim. Bir kaç edebi konuşmadan sonra en sevdiğim hikayeyi merak ediyor musunuz dedi. Elbette dedim. Bu merakımı apaçık ortaya seren cevapla kendimi bir yumruk yemiş gibi hissettim o an. “Eksik Gülüş hikayesi beni en etkileyen hikayeydi.” dedi. Hikayedeki kadının gelgitlerini, adamın deli doluluğunu, hikayenin sonunda adama üzüldüğünü söyledi. Sonra yaşamı uzun bir çilekli pastaya benzetirsek hikayenin hayatı bu çilekli pastanın çilek barındırmayan ama çilek kokan, kimi yerleri kuru kimi yeri erimiş bir kesitine denk geldiğini söyledi. Hoşuma gitmişti tanımı. Peki dedim sen o hikayedeki kadın olsan sen ne yapardın? Duraksadı düşündü bunu hiç düşünmemiş olmasından dolayı mahcubiyet yaşadığını hissettim. Kadının yaptığını yapardım dedi. Adama üzülmüş olduğu halde ve hikayenin içine bu derece girmiş olmasına rağmen bu cevabı vermesine şaşırdım.
Stant görevlileri standı toplamları gerektiğini söyleyince toplandık, çantamı aldım ve çıktık. Tanışmaktan ve konuşmalardan dolayı çok memnun olduğunu söyledi genç kız, son cevabı içimde garip bir burukluk bıraksa da ben de memnun olmuştum. Bir şeyler söyledim laf değişsin diye veda sözlerinden önce. Annesinin ne tarz kitaplar yazdığını sordum. Çocuk kitapları yazıyormuş, adı …..mış, bu aralar baya rağbet görüyormuş. Annesinin adını duyup zihnimin duvarlarında yankı yankı büyümesinden sonra kızın gözlerine dikkatle bakmaya başladım. Kendime engel olmaya çalışıyor ve başaramıyordum. Hayatta yazmak gibiydi. Hem coşkun hislerle o anı yaşamak ister, hem yaşamaktan köşe bucak kaçarken, zaman eriyiveriyordu şimdi denen perdenin üstüne. Vaktim varsa gelip annesiyle tanışır mıymışım, vaktim yoksa çantasından çıkardığı annesinin kitabını hediye edebilir miymiş?, böyle son vermişti genç kız sözlerine. Kitabı aldım, adına baktım, teşekkür ettim, çantama koydum. Arkamı dönüp kapıya doğru yürürken aslında geçmişte mi, gelecekte mi, bir bodrum katında küçük ve karanlık bir odada mı, sahil boyu kumlar üzerinde mi, aklımın içinde yada yüreğimin üzerinde mi yürüdüğümü bilmiyordum.
Genç kız muhtemelen annesinin yanına gidip kitabı çıkarıp yazarıyla tanıştığını deminden beri sohbet ettiğini, telefona bu yüzden cevap vermediğini söyleyecek, annesi kitabı alacak, yazarının ismini okuyacak, ilk sayfada yazan yazarın kısa hayat öyküsüne bakacak, sakin tavırlarıyla gözlerini başka yönlere kaçırmaya çalışacak, kitap hakkında birkaç soru soracak, tavsiye ediyorsa bu gece okumak istediğini söyleyecek, çantasına koyacak,  eve gidince ilk iş olarak yorgun olduğunu söyleyip odasına çekilecek, merakla kitabı okuyacak ve kitabın üstünde gördüğü adın “Eksik Gülüş” hikayesindeki adam olduğunu ve kendisinin de o hikayedeki kadın olduğunu gözleri kendisine bu kadar çok benzeyen kızına asla söylemeyecekti.
İşte o zaman o hikayedeki adam ben olmuş olacaktım.






1 yorum: