23 Haziran 2018 Cumartesi

İlgili resim



KİRAZ LEKELERİ
Bir süredir sokak başında bekliyorum. Müşteriler gelip gidiyor. Bir şeyler soruyorlar, cevap alamadan gerisin geri uzaklaşıyorlar. Giderken hoş olmayan şeyler söyledikleri el kol hareketlerinden, kaşlarını çatmalarından belli. Ne olduğuna anlam veremiyor kimse. Manav Ali tezgahtaki diğer tüm meyveleri bırakmış, almış altına bir tabure kirazları diziyor tek tek. Domates dizilir, şeftali de, elma da, çürükleri saklanır anladık. Ali kirazları diziyor. Müşteriler gelip gidiyor, domates kaça diye soruyorlar, bir kilo şeftali tart diyorlar. Ali duymadan onları kiraz diziyor mavi muşambanın örttüğü tahta tezgaha. Onun bakmayacağını bildiğim için sokak başında öylece dikiliyorum. Yaklaşmaya çekiniyorum. Cümleler geliyor ağzıma, gerisin geri gönderiyorum.  Ne olduğuna anlam veremiyor cümleler.
Sıcak kendisini çekiyor sokaklardan usul usul. Kızartma kokuları geliyor burnuma. Bir saattir sokak başında dikiliyorum, Ali kirazları diziyor tezgaha. Arka sokaktan bir klakson sesi duyuyorum. İtiyor adeta ses beni ve yürüme başlıyorum. Ali’nin yanına geliyorum. İçerde bir musluk kovaya pıt pıt su damlatıyor. Kova taşmaya yüz tutmuş. Ali diyorum, bostanın kilosu kaça? Sesim yabancılaşıyor bana. Utanıyorum, ürperiyorum. Kaçıp gidesim geliyor. Onca yol gelmişsin, hem de bu durumda bu mu söylenir diyorum. Ali saatler sonra başını yarım çeviriyor. Yüzünü kaldırmadan, 50 kuruş, diyor. Gözlerimi Ali’ye dokundurmadan rasgele meyve sebzenin üzerinde dolaştırıp, iyilerinden bir tane tartıver, diyorum. Yerinde kalkıyor Ali, seçiyor bir tane, bizim bostanların hepsi iyi olur diyor. Gülüyor. Gülümseyen gözlerinden sessiz sessiz yaşlar dökülüyor. Görmüyorum, biliyorum. Elimi cebime atıp ne kadar geldi, diyorum. Bu seferlik bizden diyor. İkiletmiyorum. Eyvallah, diyorum. Poşeti alıp elime yüzüne bakamadan Ali’nin koşar adım uzaklaşıyorum. Yürürken bir kova suyun sokağa boca edildiğini duyuyorum. Ali’nin musluğu kapattığını görmüyorum ama biliyorum.
Biliyorum. Çünkü Ali sevmez israfı. Biliyorum neden sustuğunu, kimseye bir şeyler demeden gün boyu kiraz dizmesinin sebebini. Gülseren aradı dün gece,  Ali’nin karısı. İntihar etmiş Ali, bilekleri sarılı. İki gündür yemeden içmeden manavda kiraz diziyormuş. İnce ruhluydu Ali, hayatında düzene sokamadığı ne varsa küçük küçük onları sıralamaya çabalıyordu sanırım. Gelirim dedim, sen bir gelip konuşsan dediğin de karısı. Gece çıktım, otobüste bir iki saat sızmışım, onun dışında hep gelirim dedin de ne konuşacaksın sen diye kendimi yedim durdum.  Sabah otobüsten inince de devam etti kafamdaki kargaşa. Öğleden sonra sokakları fark ettim, zamanı idrak ettim, yürüye yürüye Ali’nin manavının olduğu sokağın köşesine gelebildim.
O klakson ötmese kim iterdi beni, akşama kadar durur muydum orda, bilmiyorum. Neden bostan aldığımı biliyorum ama. Ali çocukluk arkadaşım benim. Köyde geçti çocukluğumuz. Bir yaz bizim tarlaya kavun ekti Aliler. Bostan derler bizim orda kavuna. Birlikte satacağız. İyi para kaldırırsak birer İspanyol paça pantolon alacağız, O sıralar moda. Köydeki kızlara havamızı atacağız. Domates parasından birer gömlek almışız kocaman desenli, rengarenk. Pantolonu da alırsak her şey tamam. Kavunlar olunca doldurduk traktöre bir gün gittik şehre satmaya.  Sabah erkenden pazardayız. Öğlene doğru kavunların çoğunu sattık. İyilerinden ver bakalım oğlum diyorlar, bizim bostanların hepsi iyi olur bey amca, hanım abla diyoruz. İkindiye doğru kavunlar bitmek üzereyken bir iki müşteri geri getirdi kavunları. Kelek ulan bunlar diye attılar önümüze paralarını istediler. Yok abim, olur mu abim dedik ama mecbur verdik paraları. Baktık gelenin gidenin arkası kesilmeyecek topladık tezgahı köye yollandık. Köy yolunda kalan kavunları tek tek fırlattı Ali söve söve. Köye varınca sattık dememiz gerekiyordu çünkü. Ali israf sevmezdi ama kızmıştı bir kere. Elimizdeki paradan ancak bir pantolon parası artıyordu çünkü. Ben Ali’nin o pantolonu neden bu kadar çok istediğini biliyordum. Düğün vardı çünkü yakında. Ali gömlek pantolon giyip, saçına limon sürecek Gülseren’ e mektup verecek, sevdasını söyleyecekti. Ben hakkımı feragat ettim. Ali olmaz dedi, yok dedi inat etti ama sonunda ikna ettim. Çocuğunuz olursa adımı koyarsınız dedim, seveceği bir şey aldık. Bana karşı mahcup ve minnet doluydu. Diğer yandan Gülseren’ e açılacaktı, mutluydu. Kavunların hepsini sattınız mı len diye soranlara. Sattık tabi, bizim bostanların hepsi iyidir kelek olmaz deyip gülüyorduk. Sonradan öğrendik ki erken toplamışız kavunları. Köyde en erken biz toplayıp biz satmışız pantolon sevdasına. Bunu öğrendiğimizde de basmıştık kahkahayı, bizim bostanların hepsi iyiydi.

Otogara gittim sonra. Otobüse kavunla binilmezdi ya verdim yazıhanedeki adama. Adamın gözündeki, herif kötü kavunu bize kaktırıyor ifadesini gördüm. İyidir dedim, bizim bostanların hepsi iyidir. Aklıma manavdayken fark ettiğim ama üzerinde durmadığım Ali’nin bileklerindeki sargının üzerinde oluşan kırmızı lekeler geldi bir anda. Buraya gelme sebebini düşününce irkildim. Ali’nin kirazları dizmesini düşündüm. Hayatındaki küçük şeyleri düzenlemeye çalışıyordu Ali sanırım. Yol boyu gözümün önünden gitmedi sargı bezindeki kiraz lekeleri.

11 Haziran 2018 Pazartesi

von gogh blossom ile ilgili görsel sonucu

Çiçek Katili
Sustuğun yerler hep kuş ölüsü
İnkar sivriltiyor mumun alevini
Azgın suların dingin birleşmesi gibi denize
Sözlerin, yalınkat heveslerin soğuk matemi
Bir bilgenin bilinmeyen bilmişliğinde 
Duruyorsun, sen yüzyılın en azılı çiçek katili

Ürkek buseler düşlerimin süsü
Efkar diriltiyor mumun alevini
Sevdanın yalıyarları gibi önümde
Sözlerin, kırık aynalardan yansıyan ateş silueti
Bir uzağın varılmayan ıssızlığında
Duruyorsun, sen dünyanın en günahkar azizesi



4 Haziran 2018 Pazartesi

gün batımı manzaraları ile ilgili görsel sonucu

Küçük Kaplumbağa ve Adam
Adam şehre büyükçe bir tepenin üzerinden bakıyor ve sigara içiyormuş. Tepenin üzerinde çatısı küçük kahverengi kiremitlerle örtülmüş bir bina varmış.  Adam binanın boydan boya uzanan cam pencerelerinden birinden dışarı çıkmış ve balkonvari bir çıkıntıdan aşağıları uzakları izliyormuş.
İçerisi tıklım tıklım insan, hafif bir müzik uğultusu, ağızlardan dökülen binlerce kelime, gevrek kahkahalar, kuru pastalar ve renkli meşrubatlar doluymuş.
Günlerden çarşambaymış.
Bazı zamanların zamansızlığı bilen tüm misafirler gibi bu zamansızlığı sezmiş bir küçük kaplumbağa da adamın bulunduğu balkonvari çıkıntının bir ucundan bir ucuna ağır aksak ilerliyormuş.
Adamın siyah şık takım elbisesi ve önünde beline kadar uzanan ince kırmızı kravatı, onun bu binadaki insanların toplanma sebebiyle yakından bir ilişkisi olduğunu gösteriyormuş.
İçerideki insanlar kimi ayakta kimi sandalyelerde oturmuş birbirleriyle konuşuyor, birazdan olacak bir şeyi bazısı bıkkınlık, bazısı merak bazısı da herhangi bir duygu barındırmayan gözlerle bekliyormuş.
Adam sigarasına abandıkça abanıyor, birbiri ardına yaktığı sigaraların dumanının ardına uzaklara bakıyor ve içerideki kalabalığın aksine bu çarşamba akşamüzerinde tepedeki binanın küçük çıkıntısında yalnız başına dikilip duruyor, haliyle tek kelime konuşmuyormuş.
Fakat adamın içindeki seslerin kakofonisi, sağır sanılan bazı yarasaların aslında bizim duymadığımız frekansta bazı sesleri duyduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, küçük kaplumbağanın gözlerinde biriken soğuk matemi anlamaya olanak sağlıyormuş.
İçeride bir hareketlenme olmuş. Adam bunu hissetmiş ve kısa bir bakış atmış içeri. Alkışlar ve müziğin yükselen sesi kaplamış binayı.
İçeri girmesi gerektiğini biliyormuş adam. Ayakları kaplumbağa misali yavaşlamış. Alkışlar artmış. Adam heyecanlanmış. Artık burada daha fazla duramayacağını anlamış. Sigarasında uzunca bir nefes içine çekmiş ve izmariti kaplumbağanın yolunun üzerine atıp hızlıca içeri girmiş.
Davetlilerin arasından süzülüp beyaz desenli çiçeklerle donatılmış masaya oturmuş.
Yüzünde eski bir albümden bulup çıkardığı gülümseme, nefesinde içtiği beş paket sigaranın boğucu dumanı, gözlerinde masadaki kimsenin fark etmeyeceği endişe, korku, keder karışımı bir duygu çöküntüsü varmış.
Kel ve parlak cübbeli bir adam masaya yaklaşıp oturmuş elinde tutuğu mikrofona bir şeyler söylemiş. Mikrofon masada bir iki el değiştirmiş. Alkışlar yükselmiş. Masada bir kalem kalınca bir defterin üzerinde kısa figürlerle hareket etmiş. Ayağa kalmış masadakiler. Alkışlar yükselmiş. Kırmızı küçük bir defter uzatılmış kadına. Kadın defteri almış. Kadın alnına bir buse almış. Kadın bütün alkışları almış. Adam masanın altında üstünde sağında solunda girip saklanacağı bir yer aramış.
Adam hiçbir yer bulamayınca masada denk geldiği bir çift göze cesedini gömmüş. Masadan kalkmış. Kuş olsa yedi kat göğün yedince katına uçmak istermiş o an. Yedi katlı bir pasta büyük bir coşkuyla yaklaşıyormuş masaya. Bazı yerlerde ölülerin arakasında helva değil de yaş pasta yemek adetmiş.
Küçük kaplumbağanın kimsenin duymadığı ağlama sesine ağzından çıkan şu cümleler eşlik etmiş. Bazı anlarda içimiz buz kesilir. Buz el yakar ama gemileri yakmaya gücümüz yetmez.

Adam binanın dışına çıkar çıkmaz bir sigara yakmış.