
Küçük Kaplumbağa ve
Adam
Adam şehre
büyükçe bir tepenin üzerinden bakıyor ve sigara içiyormuş. Tepenin üzerinde
çatısı küçük kahverengi kiremitlerle örtülmüş bir bina varmış. Adam binanın boydan boya uzanan cam
pencerelerinden birinden dışarı çıkmış ve balkonvari bir çıkıntıdan aşağıları
uzakları izliyormuş.
İçerisi tıklım
tıklım insan, hafif bir müzik uğultusu, ağızlardan dökülen binlerce kelime, gevrek
kahkahalar, kuru pastalar ve renkli meşrubatlar doluymuş.
Günlerden çarşambaymış.
Bazı zamanların
zamansızlığı bilen tüm misafirler gibi bu zamansızlığı sezmiş bir küçük kaplumbağa
da adamın bulunduğu balkonvari çıkıntının bir ucundan bir ucuna ağır aksak
ilerliyormuş.
Adamın siyah şık
takım elbisesi ve önünde beline kadar uzanan ince kırmızı kravatı, onun bu
binadaki insanların toplanma sebebiyle yakından bir ilişkisi olduğunu
gösteriyormuş.
İçerideki
insanlar kimi ayakta kimi sandalyelerde oturmuş birbirleriyle konuşuyor, birazdan
olacak bir şeyi bazısı bıkkınlık, bazısı merak bazısı da herhangi bir duygu
barındırmayan gözlerle bekliyormuş.
Adam sigarasına
abandıkça abanıyor, birbiri ardına yaktığı sigaraların dumanının ardına
uzaklara bakıyor ve içerideki kalabalığın aksine bu çarşamba akşamüzerinde tepedeki
binanın küçük çıkıntısında yalnız başına dikilip duruyor, haliyle tek kelime konuşmuyormuş.
Fakat adamın
içindeki seslerin kakofonisi, sağır sanılan bazı yarasaların aslında bizim
duymadığımız frekansta bazı sesleri duyduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde,
küçük kaplumbağanın gözlerinde biriken soğuk matemi anlamaya olanak
sağlıyormuş.
İçeride bir
hareketlenme olmuş. Adam bunu hissetmiş ve kısa bir bakış atmış içeri. Alkışlar
ve müziğin yükselen sesi kaplamış binayı.
İçeri girmesi
gerektiğini biliyormuş adam. Ayakları kaplumbağa misali yavaşlamış. Alkışlar
artmış. Adam heyecanlanmış. Artık burada daha fazla duramayacağını anlamış. Sigarasında
uzunca bir nefes içine çekmiş ve izmariti kaplumbağanın yolunun üzerine atıp
hızlıca içeri girmiş.
Davetlilerin arasından
süzülüp beyaz desenli çiçeklerle donatılmış masaya oturmuş.
Yüzünde eski bir
albümden bulup çıkardığı gülümseme, nefesinde içtiği beş paket sigaranın boğucu
dumanı, gözlerinde masadaki kimsenin fark etmeyeceği endişe, korku, keder
karışımı bir duygu çöküntüsü varmış.
Kel ve parlak
cübbeli bir adam masaya yaklaşıp oturmuş elinde tutuğu mikrofona bir şeyler
söylemiş. Mikrofon masada bir iki el değiştirmiş. Alkışlar yükselmiş. Masada bir
kalem kalınca bir defterin üzerinde kısa figürlerle hareket etmiş. Ayağa kalmış
masadakiler. Alkışlar yükselmiş. Kırmızı küçük bir defter uzatılmış kadına. Kadın
defteri almış. Kadın alnına bir buse almış. Kadın bütün alkışları almış. Adam masanın
altında üstünde sağında solunda girip saklanacağı bir yer aramış.
Adam hiçbir yer
bulamayınca masada denk geldiği bir çift göze cesedini gömmüş. Masadan kalkmış.
Kuş olsa yedi kat göğün yedince katına uçmak istermiş o an. Yedi katlı bir
pasta büyük bir coşkuyla yaklaşıyormuş masaya. Bazı yerlerde ölülerin
arakasında helva değil de yaş pasta yemek adetmiş.
Küçük kaplumbağanın
kimsenin duymadığı ağlama sesine ağzından çıkan şu cümleler eşlik etmiş. Bazı anlarda
içimiz buz kesilir. Buz el yakar ama gemileri yakmaya gücümüz yetmez.
Adam binanın
dışına çıkar çıkmaz bir sigara yakmış.
Acı...
YanıtlaSil