BİLGE VE ADAM- 8
Adam Bilge’yi ilk gördüğünde ya da
boşluğa ilk düştüğünde ya da ölümü ilk tattığında elinde bir kelebek ölüsü tutan
çocuk gibi şaşkın şaşkın bakakalmıştı. Güzelliğiyle büyüleyen kelebek, ölü
oluşuyla tarifi zor bir keder uyandırırdı. Uçan bir kelebek bir çocuğun avcunda
sıkışıp kaldığında ya da Bilge Adam’a ilk kez gülümsediğinde ya da ilk kez bir
günü birlikte karşıladıklarında aynı endişe kaplardı dünyayı.
Adam yol kenarında büyüyen yabani
böğürtlenler gibi hissederdi kendini. Zahmetsiz, yağmur sularıyla beslenmiş,
ancak oradan geçen birinin gözü ilişirse fark edilen. Bilge Adam’a her
güldüğünde elini böğürtlene uzatır dalından, taze ve sahipsiz olan bu meyveden
yerdi. Kimi zaman soylu kentlilere dönüşür, Adam’ın tozlarından rahatsız olur
elini dahi uzatmazdı. Kimi zamansa ne yaptığını fark etmeksizin tozları bol
suyla ovuştura ovuştura yıkayıp Adam’ı paramparça ederdi. Böyle zamanlarda ne
böğürtlen yiyebilir ne de Adam’ın kan kırmızı hisleriyle boyanan ellerini
gizleme ihtiyacı hissederdi.
Adam önceden suda bekletmeden pişirdiği
pilavı dolaba koyup, pirinçleri tekrar bardak bardak ölçerken, Bilge gelecek
misafirlere sunacakları yemekleri çoktan söylemişti dışardan. Misafirler ve
yemekler peşi sıra geldiğinde Bilge’nin elleri kıpkırmızı gözükmüştü Adam’a.