EPEYDİR YAĞMUR
BEKLİYORUM
Yağmuru bekliyorum.
Günler geçti. Pencerenin kenarından göğü, göğün kızılını, mavisini, kaybolup
sonra bin bir şekil ortaya çıkan beyazını izliyorum. Hatırlamaya çalıştığım bir
isim var aklımda. Bir sorunun cevabı olduğunu düşündüğüm bir isim. Bir cümle,
bir anı, bir ses, bir yer, bir koku değil. Zamanı kafamda eskiye doğru
sarıyorum. Kesikli kesikli geri gidiyor ve inatçı üstelik, ne çok ayak
diretiyor. Dalgınlığıma geliyor bazen, ara sokaklara kuytulara sapmış olarak
buluyorum onu. Peşinden koşuyorum. Bilmediğim bahçelere dalıyor, unutmak
istediklerimden geçiyor. Şu zaman ne haylaz, geri doğru giderken bile kabına
sığmıyor. Yoruluyorum haliyle. Kendime geldiğimde karşı duvarda uslu çocuk gibi
asılı duran saate bakıyorum. Her seferinde neyi hatırlayacağımı unutuyorum. Gözlerimi
göğe çeviriyorum. Göğün grisini arıyorum. Epeydir yağmur bekliyorum. Beklemek
ekşiyor. Taze bir bekleyişin tadı geliyor hafızama kimi zaman. Sonra beklemenin
o ekşiyen kokusu. Mutfakta papatya çayı dolu. Beklemenin kokusunu papatya alır
diye duymuştum. Papatyanın kokusunu severim. Sarı en çok beyazın yanında asil
durur sonra. Evime papatyalar toplamak isterdim. Şu plastik vazonun içinde solana
kadar dururlardı. Papatya çayının da beyaz küçük poşetleri var. Geçen akşam canımın
iyice sıkılmış ki, bu küçük poşetlerden süs olur mu diye düşündüm. Kutusundan çıkardığım
30 kadar beyaz küçük papatya kurusu dolu poşetle bir süre oynadıktan sonra, su
kaynattığım bir tencerenin içine attım hepsini. Suyun renginin sarıya, sarıdan
kahverengiye dönüşmesini izledim. Bir an durup ne yapıyorsun dedim. Kendime güldüm.
Delicilik oynuyordum kendimle. Aklımın başında olmasına ağladım. Gözlerim
yaşlardan kurtulur kurtulmaz, pencerenin önüne seğirttim. Bir süredir yağmur
bekliyorum. Geceleri iyi de, gündüzleri göğe bakmak zor oluyor. Güneş gözlüğü aldırdım
geçenlerde. Göğün güzel mavisi, beyazı kahverengiye dönüyor. Böylesini sevmiyorum,
hatta içten içe bu duruma gıcık kapıyorum ama kendime renk vermiyorum. Kanıyorum
hemen zaten kendim, kendim yalanlarıma. Kahve canım çekiyor hem bak böyle
diyorum. Bahaneler buluyorum. Bahane bulmakta da iyiyimdir ben, bir de şu
aklımdaki ismi bulsam. Bir cümle, bir anı, bir ses, bir yer, bir koku değil,
bir isim. Geçmişte olduğuna eminim üstelik. Şimdiki zamanda olsa kahverengi de
olsa görürdüm. Gözünün önündekini göremeyecek kadar kör müyüm ben? Beklemek kör
eder insanı, öyle değil, anlam körlüğü bu. Beklediğinin dışında diğer her şeyin
anlamını yitirdiği, rüyaların istila edildiği, gecelerin uzadığı, gecelerin
tekrarlara düştüğü, gecelerin kalabalıklaştığı bir hal. Üşümedim. Gözlerim de
kapanmıyor. Bazen kafamda içli bir keman çalıyor. Yağmur bekliyorum. Kimselere haber
vermeden gelen, sürprizlerin en güzelini yapan, tanıdığın kokusunu, yaşadığın
hatıraların üzerine serpip, gözbebeklerinde güneşten ödünç aldığı bir ışıltıyla
gelen dostu bekler gibi bekliyorum.
Trampetler çalıyor.
Günlerden pazar ve bugün bayram. Okullu çocuklar tören yapıyor evimin
karşısındaki okulda. Trampetler çalıyor. Çocuk sesleri ninni gibi geliyor. Trampetler
çalıyor. Kırmızı bir balonda yükseliyorum. Bir bulutun kapısını çalıyorum. Göğe
yağmur soruyorum. Dönüp bakan yok. Trampetler çalıyor. Uyanıyorum. Duvardaki saate
ilişiyor gözüm. Trampetler çalıyor. Bu saatte ne töreni ne trampeti diyorum. Perdeyi
aralayıp göğe bakıyorum. Boydan boya griyle karşılaşıyorum. Trampetler çalıyor.
Okulun bahçesinde kimseyi göremiyorum. Trampetler çalıyor. Teneke çatıya çarpan
yağmur sesini idrak ediyorum. Ağlamaktan mıdır, pencereye düşen yağmur
damlalarından mı göğü buğulu görüyorum. Trampetler çalıyor ve ben dışarı
koşuyorum yalın ayak. Başımı griden siyaha dönmek üzere olan göğe dikip
ellerimi iki yana açıyorum. Günlerden pazar ve bugün bayram. Trampetler çalıyor.
Hatırlıyorum. Mahir…