6 Kasım 2017 Pazartesi

İlgili resim


EPEYDİR YAĞMUR BEKLİYORUM
Yağmuru bekliyorum. Günler geçti. Pencerenin kenarından göğü, göğün kızılını, mavisini, kaybolup sonra bin bir şekil ortaya çıkan beyazını izliyorum. Hatırlamaya çalıştığım bir isim var aklımda. Bir sorunun cevabı olduğunu düşündüğüm bir isim. Bir cümle, bir anı, bir ses, bir yer, bir koku değil. Zamanı kafamda eskiye doğru sarıyorum. Kesikli kesikli geri gidiyor ve inatçı üstelik, ne çok ayak diretiyor. Dalgınlığıma geliyor bazen, ara sokaklara kuytulara sapmış olarak buluyorum onu. Peşinden koşuyorum. Bilmediğim bahçelere dalıyor, unutmak istediklerimden geçiyor. Şu zaman ne haylaz, geri doğru giderken bile kabına sığmıyor. Yoruluyorum haliyle. Kendime geldiğimde karşı duvarda uslu çocuk gibi asılı duran saate bakıyorum. Her seferinde neyi hatırlayacağımı unutuyorum. Gözlerimi göğe çeviriyorum. Göğün grisini arıyorum. Epeydir yağmur bekliyorum. Beklemek ekşiyor. Taze bir bekleyişin tadı geliyor hafızama kimi zaman. Sonra beklemenin o ekşiyen kokusu. Mutfakta papatya çayı dolu. Beklemenin kokusunu papatya alır diye duymuştum. Papatyanın kokusunu severim. Sarı en çok beyazın yanında asil durur sonra. Evime papatyalar toplamak isterdim. Şu plastik vazonun içinde solana kadar dururlardı. Papatya çayının da beyaz küçük poşetleri var. Geçen akşam canımın iyice sıkılmış ki, bu küçük poşetlerden süs olur mu diye düşündüm. Kutusundan çıkardığım 30 kadar beyaz küçük papatya kurusu dolu poşetle bir süre oynadıktan sonra, su kaynattığım bir tencerenin içine attım hepsini. Suyun renginin sarıya, sarıdan kahverengiye dönüşmesini izledim. Bir an durup ne yapıyorsun dedim. Kendime güldüm. Delicilik oynuyordum kendimle. Aklımın başında olmasına ağladım. Gözlerim yaşlardan kurtulur kurtulmaz, pencerenin önüne seğirttim. Bir süredir yağmur bekliyorum. Geceleri iyi de, gündüzleri göğe bakmak zor oluyor. Güneş gözlüğü aldırdım geçenlerde. Göğün güzel mavisi, beyazı kahverengiye dönüyor. Böylesini sevmiyorum, hatta içten içe bu duruma gıcık kapıyorum ama kendime renk vermiyorum. Kanıyorum hemen zaten kendim, kendim yalanlarıma. Kahve canım çekiyor hem bak böyle diyorum. Bahaneler buluyorum. Bahane bulmakta da iyiyimdir ben, bir de şu aklımdaki ismi bulsam. Bir cümle, bir anı, bir ses, bir yer, bir koku değil, bir isim. Geçmişte olduğuna eminim üstelik. Şimdiki zamanda olsa kahverengi de olsa görürdüm. Gözünün önündekini göremeyecek kadar kör müyüm ben? Beklemek kör eder insanı, öyle değil, anlam körlüğü bu. Beklediğinin dışında diğer her şeyin anlamını yitirdiği, rüyaların istila edildiği, gecelerin uzadığı, gecelerin tekrarlara düştüğü, gecelerin kalabalıklaştığı bir hal. Üşümedim. Gözlerim de kapanmıyor. Bazen kafamda içli bir keman çalıyor. Yağmur bekliyorum. Kimselere haber vermeden gelen, sürprizlerin en güzelini yapan, tanıdığın kokusunu, yaşadığın hatıraların üzerine serpip, gözbebeklerinde güneşten ödünç aldığı bir ışıltıyla gelen dostu bekler gibi bekliyorum.
Trampetler çalıyor. Günlerden pazar ve bugün bayram. Okullu çocuklar tören yapıyor evimin karşısındaki okulda. Trampetler çalıyor. Çocuk sesleri ninni gibi geliyor. Trampetler çalıyor. Kırmızı bir balonda yükseliyorum. Bir bulutun kapısını çalıyorum. Göğe yağmur soruyorum. Dönüp bakan yok. Trampetler çalıyor. Uyanıyorum. Duvardaki saate ilişiyor gözüm. Trampetler çalıyor. Bu saatte ne töreni ne trampeti diyorum. Perdeyi aralayıp göğe bakıyorum. Boydan boya griyle karşılaşıyorum. Trampetler çalıyor. Okulun bahçesinde kimseyi göremiyorum. Trampetler çalıyor. Teneke çatıya çarpan yağmur sesini idrak ediyorum. Ağlamaktan mıdır, pencereye düşen yağmur damlalarından mı göğü buğulu görüyorum. Trampetler çalıyor ve ben dışarı koşuyorum yalın ayak. Başımı griden siyaha dönmek üzere olan göğe dikip ellerimi iki yana açıyorum. Günlerden pazar ve bugün bayram. Trampetler çalıyor. Hatırlıyorum. Mahir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder