29 Nisan 2015 Çarşamba

MEMUR
Devlet memuruydu. Gerçek bir devlet memuru. Hafif griye çalan bir takım elbise. Kırlaşmış ve üstlerden dökülmeye başlayan saçlarını gizlemeye çalışan genç işi çizgili siyah bir kravat ve çehreye iliştirilmiş ‘’ heeey siz var ya hiç umurumda değilsiniz! ‘’ gülüşü… Her şeye rağmen 43 gösteriyordu. Tüm bu çabalar boşa gitmiş gibiydi. Üniversiteli gençlerin arasına karışıp bir yaz akşamında genç işi şarkılar çalan bir bara gidip iki bira yuvarlamakla genç olunmuyordu ya. Alnındaki çizgiler ‘’ yatay çizgiler’’   ve  göz altlarındaki torbalar, evde onu bekleyen menapozuna ramak kalmış karısını ve biri şehir dışında üniversite okuyan üç çocuğunu ele veriyordu. Gayri safi milli hasıladan payına düşeni umarsızca içerek tüketmesi ona da garip geliyordu. Bir o kadar da heyecanlı. Kendini yılara meydan okuyormuş gibi hissediyordu.
Çişi gelmişti. Yüzündeki aptal sırıtmadan vaz geçmeyerek kalktı masadan. ‘’ Pembe bir mezarlık gördüm rüyamda…’’ Mezarları düşünecek kadar yaşlanmış mıydı? Yok canım daha neler. Hem daha prostat sorunu bile yoktu. İşedikçe mutlu oldu.  Ellerini gelişigüzel yıkayıp masasına döndü. Kaymakamlıkta çalışıyordu. Masada oturan kendinden en az onar yaş küçük diğer kaymakamlık çalışanları kadar neşeli olmaya özen gösteriyordu. Dört kişiydiler. Gençler ayıp olmasın diye çağırmış, o da ayıp olmasın diye kabul etmişti. Pek sevmezdi bu yeni yetmeleri  ama aralarında olmaktan haz da alıyordu. O sönük suratlı, buruşuk penisli (pisuvarda yan yana işerken görmüştü) bunak amiriyle takılmaktan daha cazipti.
‘’Bir bira daha’’  diye seslendi seslendi kot şortlu, büyük göğüslerini derin dekoltesiyle servis eden garson kıza. Boş bira şişesini alan garson kızın parmaklarına parmaklarını sürttü hafifçe.  Saçları siyah, gözleri gerçek maviydi. Kalçaları dolgun, hareketleri zarif,  gülüşü bahar çiçekleri, kokusu miski amber, dudakları ahuydu.  Oturduğu yerden, dizini belli belirsiz garson kızın bacaklarına sürttü. Bira şişesini avucunda sıkıştıran garson kız, kırk sekizlik devlet memuru Recai beyin gözlerine gözlerini dikti. Yaşlı olan kalp olanca gücüyle kan pompalamaya başladı. Tam bir şey söyleyecekmiş gibi kırmızı dudaklarını araladığı anda Recai beyin telefonu çaldı. Garson kıza gülümseyerek masanın üzerindeki telefonunu işaret etti. Henüz yirmi dördündeki kızın nefesi içinde kaldı.
-Alo, efendim hayatım.
-Recai neredesin?
-Geliyorum hayatım.

-Recai. Ufuk’a bir şey oldu Recai. Nefes almıyor galiba Recai. Ağlamıyor da, el kadar bebe neden ağlamaz Recai. Çok derin uyuyor galiba Recai. Gel de uyandır Recai. Babasını görse kalkar belki Recai.



                                                                                                                    -alengirli silindir-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder