MEMUR
Devlet memuruydu. Gerçek bir devlet memuru. Hafif griye
çalan bir takım elbise. Kırlaşmış ve üstlerden dökülmeye başlayan saçlarını
gizlemeye çalışan genç işi çizgili siyah bir kravat ve çehreye iliştirilmiş ‘’
heeey siz var ya hiç umurumda değilsiniz! ‘’ gülüşü… Her şeye rağmen 43
gösteriyordu. Tüm bu çabalar boşa gitmiş gibiydi. Üniversiteli gençlerin
arasına karışıp bir yaz akşamında genç işi şarkılar çalan bir bara gidip iki
bira yuvarlamakla genç olunmuyordu ya. Alnındaki çizgiler ‘’ yatay çizgiler’’ ve göz
altlarındaki torbalar, evde onu bekleyen menapozuna ramak kalmış karısını ve
biri şehir dışında üniversite okuyan üç çocuğunu ele veriyordu. Gayri safi
milli hasıladan payına düşeni umarsızca içerek tüketmesi ona da garip
geliyordu. Bir o kadar da heyecanlı. Kendini yılara meydan okuyormuş gibi
hissediyordu.
Çişi gelmişti. Yüzündeki aptal sırıtmadan vaz geçmeyerek
kalktı masadan. ‘’ Pembe bir mezarlık gördüm rüyamda…’’ Mezarları düşünecek
kadar yaşlanmış mıydı? Yok canım daha neler. Hem daha prostat sorunu bile
yoktu. İşedikçe mutlu oldu. Ellerini
gelişigüzel yıkayıp masasına döndü. Kaymakamlıkta çalışıyordu. Masada oturan
kendinden en az onar yaş küçük diğer kaymakamlık çalışanları kadar neşeli
olmaya özen gösteriyordu. Dört kişiydiler. Gençler ayıp olmasın diye çağırmış,
o da ayıp olmasın diye kabul etmişti. Pek sevmezdi bu yeni yetmeleri ama aralarında olmaktan haz da alıyordu. O
sönük suratlı, buruşuk penisli (pisuvarda yan yana işerken görmüştü) bunak
amiriyle takılmaktan daha cazipti.
‘’Bir bira daha’’
diye seslendi seslendi kot şortlu, büyük göğüslerini derin dekoltesiyle
servis eden garson kıza. Boş bira şişesini alan garson kızın parmaklarına
parmaklarını sürttü hafifçe. Saçları
siyah, gözleri gerçek maviydi. Kalçaları dolgun, hareketleri zarif, gülüşü bahar çiçekleri, kokusu miski amber,
dudakları ahuydu. Oturduğu yerden,
dizini belli belirsiz garson kızın bacaklarına sürttü. Bira şişesini avucunda
sıkıştıran garson kız, kırk sekizlik devlet memuru Recai beyin gözlerine
gözlerini dikti. Yaşlı olan kalp olanca gücüyle kan pompalamaya başladı. Tam
bir şey söyleyecekmiş gibi kırmızı dudaklarını araladığı anda Recai beyin
telefonu çaldı. Garson kıza gülümseyerek masanın üzerindeki telefonunu işaret
etti. Henüz yirmi dördündeki kızın nefesi içinde kaldı.
-Alo, efendim hayatım.
-Recai neredesin?
-Geliyorum hayatım.
-Recai. Ufuk’a bir şey oldu Recai. Nefes almıyor galiba
Recai. Ağlamıyor da, el kadar bebe neden ağlamaz Recai. Çok derin uyuyor galiba
Recai. Gel de uyandır Recai. Babasını görse kalkar belki Recai.
-alengirli silindir-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder