23 Kasım 2018 Cuma

galata sokakları fotoğraf siyah beyaz ile ilgili görsel sonucu

Devrik Şehrin Kara Kutusu
Yokuş aşağı iniyordum veya
üzerime devriliyordu şehir
Tıkış tıkış bir trendi aklım
kendimden geçti, akşama vardı daha

Ölü hayvan derisinden bir çalgı veya
boğuk boğuk uluyan köpek sesi
yükselip alçalan göğüs kafesimde
icat edildi, çatlamaya vardı daha

Şimdi sorsalar bilmem hangi mevsimde
dikilen ünü az bir çiçekti kalbim
Yapraklarını yolar gibi uzaklaşan adımlarının
yelinde titredi, boşluğa vardı daha

Susuyordun, öyleyse soğuk bir aşı
Tek kutuplu dünyanda öfkenle ısıtıyordun
Çöpte bir parça ekmek arayandım
Dolanıp duruyordum aklın kıyısında

Deprem sonrası sessizliği
Hayatı ikiye bölen soğuk bir şaka sanılır
Oysa ben enkaz altından gelen sestim, gerçektim
Sesimi duyan var mı diye içime seslendim

Annesini bulmuşcasına coşkun
gözyaşlarımı, denize getirdim
Gemileri taşıyan bir annenin
Kendini taşıyamayan çocuklarıydılar
Çoktandır yoktular,
Yol yorgunuydular,
sana bin ışık yılı uzaktılar

Günün çatlayan boşluklarına
Akşam doluyordu.
Görmüyordun ama sustukça
Üzerime devriliyordu şehir

16 Ekim 2018 Salı

minimalist çiçek fotoğraflar ile ilgili görsel sonucu

Masallı Şiir

Üç güz, sonsuz gece
Avuçlarımda yağmura teşne bir dua
Ve sessiz bir saatin yorgunu bakışlarım
Adın düşlerimi yutan bir ayna
Aşk Sisifos’u gönül yokuşlarımın
hala, inatla, sebepsizce
taşır seni
üç güzdür, sonsuz gece

Vapurlar yarıyor boğazı
İnsanlar habersiz
Müziğin eşlik ettiği
mutlu akşamlardan
biz seninle yürürken sahilde
ıslıklar çalardık
bütün makamlardan geçen
bütün insanlarla müstehzi
şimdi vapur sesleri ve kalbim
mutsuz ve mağlup bir kakofoni

bahar hala bir parça bahar
zamanı gelince
evlerin bahçelerinden taşar
boğazın iki yakasına takılmış
renkli küpeler gibi erguvanlar

Şimdi kimi akşamüzerleri
esintiler zamanı geçmişe taşıyor
Geçmiş,
birinden diğerine atlanılan fotoğraf kareleri
Geçmiş,
önüme koyuyor sustuğum kelimeleri

Parmaklarının saçlarımda gezinmesi sonuncusudur
Yaralarımı aşikar ettiğimin
Şimdi kimi akşamüzerleri
Uzunca bi sedire oturmuş ürkek bi samuraydan 
Dinliyorum,
eski bir aşk masalını
Sardunyalar seni özlemiş
Kırık bir vazo parçası savrulduğu köşede
İçine koyulan tüm çiçeklere içlene içlene
Gidenleri beklemiş
Hicaz şarkılar ve gözlerin
Aynı gökyüzünün yağmuru
Oysa suyun öte yakasında sen
Ölüm sonrası ilişmiş karanfil gibi
Kalbimin üzerine
Saçların uzamış çiçek hasreti
Ve su sesi geliyor ellerinden
Beni de al masal ülkene
Gece gözkapaklarına birikmiş







23 Haziran 2018 Cumartesi

İlgili resim



KİRAZ LEKELERİ
Bir süredir sokak başında bekliyorum. Müşteriler gelip gidiyor. Bir şeyler soruyorlar, cevap alamadan gerisin geri uzaklaşıyorlar. Giderken hoş olmayan şeyler söyledikleri el kol hareketlerinden, kaşlarını çatmalarından belli. Ne olduğuna anlam veremiyor kimse. Manav Ali tezgahtaki diğer tüm meyveleri bırakmış, almış altına bir tabure kirazları diziyor tek tek. Domates dizilir, şeftali de, elma da, çürükleri saklanır anladık. Ali kirazları diziyor. Müşteriler gelip gidiyor, domates kaça diye soruyorlar, bir kilo şeftali tart diyorlar. Ali duymadan onları kiraz diziyor mavi muşambanın örttüğü tahta tezgaha. Onun bakmayacağını bildiğim için sokak başında öylece dikiliyorum. Yaklaşmaya çekiniyorum. Cümleler geliyor ağzıma, gerisin geri gönderiyorum.  Ne olduğuna anlam veremiyor cümleler.
Sıcak kendisini çekiyor sokaklardan usul usul. Kızartma kokuları geliyor burnuma. Bir saattir sokak başında dikiliyorum, Ali kirazları diziyor tezgaha. Arka sokaktan bir klakson sesi duyuyorum. İtiyor adeta ses beni ve yürüme başlıyorum. Ali’nin yanına geliyorum. İçerde bir musluk kovaya pıt pıt su damlatıyor. Kova taşmaya yüz tutmuş. Ali diyorum, bostanın kilosu kaça? Sesim yabancılaşıyor bana. Utanıyorum, ürperiyorum. Kaçıp gidesim geliyor. Onca yol gelmişsin, hem de bu durumda bu mu söylenir diyorum. Ali saatler sonra başını yarım çeviriyor. Yüzünü kaldırmadan, 50 kuruş, diyor. Gözlerimi Ali’ye dokundurmadan rasgele meyve sebzenin üzerinde dolaştırıp, iyilerinden bir tane tartıver, diyorum. Yerinde kalkıyor Ali, seçiyor bir tane, bizim bostanların hepsi iyi olur diyor. Gülüyor. Gülümseyen gözlerinden sessiz sessiz yaşlar dökülüyor. Görmüyorum, biliyorum. Elimi cebime atıp ne kadar geldi, diyorum. Bu seferlik bizden diyor. İkiletmiyorum. Eyvallah, diyorum. Poşeti alıp elime yüzüne bakamadan Ali’nin koşar adım uzaklaşıyorum. Yürürken bir kova suyun sokağa boca edildiğini duyuyorum. Ali’nin musluğu kapattığını görmüyorum ama biliyorum.
Biliyorum. Çünkü Ali sevmez israfı. Biliyorum neden sustuğunu, kimseye bir şeyler demeden gün boyu kiraz dizmesinin sebebini. Gülseren aradı dün gece,  Ali’nin karısı. İntihar etmiş Ali, bilekleri sarılı. İki gündür yemeden içmeden manavda kiraz diziyormuş. İnce ruhluydu Ali, hayatında düzene sokamadığı ne varsa küçük küçük onları sıralamaya çabalıyordu sanırım. Gelirim dedim, sen bir gelip konuşsan dediğin de karısı. Gece çıktım, otobüste bir iki saat sızmışım, onun dışında hep gelirim dedin de ne konuşacaksın sen diye kendimi yedim durdum.  Sabah otobüsten inince de devam etti kafamdaki kargaşa. Öğleden sonra sokakları fark ettim, zamanı idrak ettim, yürüye yürüye Ali’nin manavının olduğu sokağın köşesine gelebildim.
O klakson ötmese kim iterdi beni, akşama kadar durur muydum orda, bilmiyorum. Neden bostan aldığımı biliyorum ama. Ali çocukluk arkadaşım benim. Köyde geçti çocukluğumuz. Bir yaz bizim tarlaya kavun ekti Aliler. Bostan derler bizim orda kavuna. Birlikte satacağız. İyi para kaldırırsak birer İspanyol paça pantolon alacağız, O sıralar moda. Köydeki kızlara havamızı atacağız. Domates parasından birer gömlek almışız kocaman desenli, rengarenk. Pantolonu da alırsak her şey tamam. Kavunlar olunca doldurduk traktöre bir gün gittik şehre satmaya.  Sabah erkenden pazardayız. Öğlene doğru kavunların çoğunu sattık. İyilerinden ver bakalım oğlum diyorlar, bizim bostanların hepsi iyi olur bey amca, hanım abla diyoruz. İkindiye doğru kavunlar bitmek üzereyken bir iki müşteri geri getirdi kavunları. Kelek ulan bunlar diye attılar önümüze paralarını istediler. Yok abim, olur mu abim dedik ama mecbur verdik paraları. Baktık gelenin gidenin arkası kesilmeyecek topladık tezgahı köye yollandık. Köy yolunda kalan kavunları tek tek fırlattı Ali söve söve. Köye varınca sattık dememiz gerekiyordu çünkü. Ali israf sevmezdi ama kızmıştı bir kere. Elimizdeki paradan ancak bir pantolon parası artıyordu çünkü. Ben Ali’nin o pantolonu neden bu kadar çok istediğini biliyordum. Düğün vardı çünkü yakında. Ali gömlek pantolon giyip, saçına limon sürecek Gülseren’ e mektup verecek, sevdasını söyleyecekti. Ben hakkımı feragat ettim. Ali olmaz dedi, yok dedi inat etti ama sonunda ikna ettim. Çocuğunuz olursa adımı koyarsınız dedim, seveceği bir şey aldık. Bana karşı mahcup ve minnet doluydu. Diğer yandan Gülseren’ e açılacaktı, mutluydu. Kavunların hepsini sattınız mı len diye soranlara. Sattık tabi, bizim bostanların hepsi iyidir kelek olmaz deyip gülüyorduk. Sonradan öğrendik ki erken toplamışız kavunları. Köyde en erken biz toplayıp biz satmışız pantolon sevdasına. Bunu öğrendiğimizde de basmıştık kahkahayı, bizim bostanların hepsi iyiydi.

Otogara gittim sonra. Otobüse kavunla binilmezdi ya verdim yazıhanedeki adama. Adamın gözündeki, herif kötü kavunu bize kaktırıyor ifadesini gördüm. İyidir dedim, bizim bostanların hepsi iyidir. Aklıma manavdayken fark ettiğim ama üzerinde durmadığım Ali’nin bileklerindeki sargının üzerinde oluşan kırmızı lekeler geldi bir anda. Buraya gelme sebebini düşününce irkildim. Ali’nin kirazları dizmesini düşündüm. Hayatındaki küçük şeyleri düzenlemeye çalışıyordu Ali sanırım. Yol boyu gözümün önünden gitmedi sargı bezindeki kiraz lekeleri.

11 Haziran 2018 Pazartesi

von gogh blossom ile ilgili görsel sonucu

Çiçek Katili
Sustuğun yerler hep kuş ölüsü
İnkar sivriltiyor mumun alevini
Azgın suların dingin birleşmesi gibi denize
Sözlerin, yalınkat heveslerin soğuk matemi
Bir bilgenin bilinmeyen bilmişliğinde 
Duruyorsun, sen yüzyılın en azılı çiçek katili

Ürkek buseler düşlerimin süsü
Efkar diriltiyor mumun alevini
Sevdanın yalıyarları gibi önümde
Sözlerin, kırık aynalardan yansıyan ateş silueti
Bir uzağın varılmayan ıssızlığında
Duruyorsun, sen dünyanın en günahkar azizesi



4 Haziran 2018 Pazartesi

gün batımı manzaraları ile ilgili görsel sonucu

Küçük Kaplumbağa ve Adam
Adam şehre büyükçe bir tepenin üzerinden bakıyor ve sigara içiyormuş. Tepenin üzerinde çatısı küçük kahverengi kiremitlerle örtülmüş bir bina varmış.  Adam binanın boydan boya uzanan cam pencerelerinden birinden dışarı çıkmış ve balkonvari bir çıkıntıdan aşağıları uzakları izliyormuş.
İçerisi tıklım tıklım insan, hafif bir müzik uğultusu, ağızlardan dökülen binlerce kelime, gevrek kahkahalar, kuru pastalar ve renkli meşrubatlar doluymuş.
Günlerden çarşambaymış.
Bazı zamanların zamansızlığı bilen tüm misafirler gibi bu zamansızlığı sezmiş bir küçük kaplumbağa da adamın bulunduğu balkonvari çıkıntının bir ucundan bir ucuna ağır aksak ilerliyormuş.
Adamın siyah şık takım elbisesi ve önünde beline kadar uzanan ince kırmızı kravatı, onun bu binadaki insanların toplanma sebebiyle yakından bir ilişkisi olduğunu gösteriyormuş.
İçerideki insanlar kimi ayakta kimi sandalyelerde oturmuş birbirleriyle konuşuyor, birazdan olacak bir şeyi bazısı bıkkınlık, bazısı merak bazısı da herhangi bir duygu barındırmayan gözlerle bekliyormuş.
Adam sigarasına abandıkça abanıyor, birbiri ardına yaktığı sigaraların dumanının ardına uzaklara bakıyor ve içerideki kalabalığın aksine bu çarşamba akşamüzerinde tepedeki binanın küçük çıkıntısında yalnız başına dikilip duruyor, haliyle tek kelime konuşmuyormuş.
Fakat adamın içindeki seslerin kakofonisi, sağır sanılan bazı yarasaların aslında bizim duymadığımız frekansta bazı sesleri duyduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, küçük kaplumbağanın gözlerinde biriken soğuk matemi anlamaya olanak sağlıyormuş.
İçeride bir hareketlenme olmuş. Adam bunu hissetmiş ve kısa bir bakış atmış içeri. Alkışlar ve müziğin yükselen sesi kaplamış binayı.
İçeri girmesi gerektiğini biliyormuş adam. Ayakları kaplumbağa misali yavaşlamış. Alkışlar artmış. Adam heyecanlanmış. Artık burada daha fazla duramayacağını anlamış. Sigarasında uzunca bir nefes içine çekmiş ve izmariti kaplumbağanın yolunun üzerine atıp hızlıca içeri girmiş.
Davetlilerin arasından süzülüp beyaz desenli çiçeklerle donatılmış masaya oturmuş.
Yüzünde eski bir albümden bulup çıkardığı gülümseme, nefesinde içtiği beş paket sigaranın boğucu dumanı, gözlerinde masadaki kimsenin fark etmeyeceği endişe, korku, keder karışımı bir duygu çöküntüsü varmış.
Kel ve parlak cübbeli bir adam masaya yaklaşıp oturmuş elinde tutuğu mikrofona bir şeyler söylemiş. Mikrofon masada bir iki el değiştirmiş. Alkışlar yükselmiş. Masada bir kalem kalınca bir defterin üzerinde kısa figürlerle hareket etmiş. Ayağa kalmış masadakiler. Alkışlar yükselmiş. Kırmızı küçük bir defter uzatılmış kadına. Kadın defteri almış. Kadın alnına bir buse almış. Kadın bütün alkışları almış. Adam masanın altında üstünde sağında solunda girip saklanacağı bir yer aramış.
Adam hiçbir yer bulamayınca masada denk geldiği bir çift göze cesedini gömmüş. Masadan kalkmış. Kuş olsa yedi kat göğün yedince katına uçmak istermiş o an. Yedi katlı bir pasta büyük bir coşkuyla yaklaşıyormuş masaya. Bazı yerlerde ölülerin arakasında helva değil de yaş pasta yemek adetmiş.
Küçük kaplumbağanın kimsenin duymadığı ağlama sesine ağzından çıkan şu cümleler eşlik etmiş. Bazı anlarda içimiz buz kesilir. Buz el yakar ama gemileri yakmaya gücümüz yetmez.

Adam binanın dışına çıkar çıkmaz bir sigara yakmış.




25 Nisan 2018 Çarşamba

İlgili resim
Kelebek Büyüsü

Şimdi bi şiire başlıyor kalbim
Çatlıyor toprak, eriyor kar
İzini kaybettirmek için koşuyor atlar
Rüyadan uyanır gibiyim
Aklımda silik fotoğraflar

Neresinden başlanır şiire
Zamansız mıdır?
Bi kış gecesi
Göğün çıldıran şimşeklerini
Çakıp çakıp kaçması mıdır?
Bunca izzet tarifsiz lezzet
ruhun sefiri aşkın yetimi
olmasından mıdır?

İlk görüşte aşka inanır kimileri
Bense bi ağaç gibi büyütürüm sevgimi
Toprağın karnından boğum boğum meyveye yürür
Çiçeğe dururum mevsim mevsim
Aşka hiç denk gelmedi ruhum
Tanısam söylemez miyim?

Sevgisi acır bazen insanın
Ağacın yarılan gövdesi gibi
Eksik olmaz düştükçe
Çocuk dizlerinde ve sevgimde yara izi

Ben öyle severim ki
Saramaz kollarım gövdesini bu ağacın
Söyleyin bana aşkın boyu kaç arşın?

Aşk en çok bahara benzer
Yağmurun sesi okşar ılık güneşi
Ve gökkuşağının altında kelebekler

Şiirler aşkı söyler ve kalbimde demlenir
Ondan tanırım ben aşkı
Eriyen gölgem ve çatlayan sesim hep şiirden
İlk görüşte aşka inanır birileri
Ben denk gelsem
sorardım inanmadan önce
Bunca yıl neden görünmediğini

Şimdi bi şiir doluyor kalbime
Hislerim yüklü bulutlar gibi değdikçe birbirine
Anlık parıltılar yarıyor ruhumun karanlığını
Nemli gözlerim ve parlıyor ışıl ışıl
Bi bahar meltemi öpüyor şakağımı, ürperiyorum
Körebe oynar gibi uzatıp ellerimi
kelebek kovalıyorum.

kaybetti kalbim şiiri
Ey aşk sen mi geldin?





28 Şubat 2018 Çarşamba

istanbul yağmurlu fotoğrafları ile ilgili görsel sonucu

Kayıp
İpin ucunu kaçırıyorum.
darmadağın, korsan, terk edilmiş sakallarım
 Beni bulmanı isterdim, fısıldamanı şefkatini
Sokaklar öpücük atıyor yalnızlığıma
Beklediğim herhangi bir köşe başından çıksan karşıma
 Neredesin?

Bakışlarım sisli,  dumanlı
çok uzaklara giden bir katar gibi
yüzüm okyanusta batık bir gemi
Neredesin? Gel beni…

Kar başka şehirlerin çocuklarını sevindiriyor
Sen, nefesini bilmediğim çay bardaklarında
Siyahların esareti, gölgelerin nedameti ve şehrin ritmi
Başka bir müzik çaldırıyor kalp kapakçıklarıma
Senin bildiğinden, doktorların sezdiğinden başka
Neredesin?

Kirli buralar kar başka şehirlerin gökyüzünü
Pembesine boyuyor dudaklarının.
Çatılara saklansam yükselsem
Denize tutunsam sonra ufukta
güneşin yanağına düşse gözyaşlarım
Neredesin?

Kaçırıyorum aklımın ucunu
Bul beni isterdim
Sabahın ilk ışıklarında
Şehrin müziğinde, rüzgarın nefesinde
İçindeyim, buradayım
Şişelerin dibinde, savaşın şehrinde, acının sıcağında
Kimseye sormadan gel,
Farkındayım, buradayım.




6 Şubat 2018 Salı


ffg.jpg

Seni Hatırlamak

beklenen bir ses vardı epeydir
ne acayip ki duyuldu gün ortasında
kızgın lavlar püskürttü bi volkan
parmak uçların da bu renktir
ahh seni hatırlamak..
bir renge gönenmektir

ve içim pamuk şekerler kadar dayanıksız
bir hayali seninle büyütmeye
yine de zifiri karanlıkta bile gülümsemektir
seni hatırlamak
sallanırken içim içimde


gün ortasında
seni hatırlamak
ne acayip şeydir
seni hatırlamak 
ölene imrenmektir