BİR
ŞEY SÖYLEMEYE GEREK YOK
Günlerdir beklediğimiz bahar
gelmişti.Peşi sıra getirdiği güneşi göğe, çiçekleri kıra, yorgunluğu da bana
bırakıp çarşı pazar alışverişine çıkmıştı. Ben bu yorgunlukla zor da olsa biraz
gezinmiş sonunda dayanamayıp bir parka oturmuştum. Küçük çantamdan çıkardığım
defterimdeki notlara göz atıyor, bazılarınınsa kalemle yanaklarına
dokunuyordum. Defterimin arkasında boş zaman gevelemesi şiirlerim
bulunuyordu.Kalemimle şiirlerdeki kelimelerle oynadıkça onlar da huylanıp
gıdıklanıyor, halden hale giriyordu. Bu
oyundan tarifsiz bir zevk alıyordum. Bu sırada genç bir çift oturduğum banka
yaklaştı. Delikanlı oturmak için izin istedi, "tabi." dedim dışımdan
ve biraz yana kaydım.Torunlarıyla değil kelimeleriyle oynayan bu ihtiyarın zevkini
bozacakları için onlara kızmıştım.Ayıp olmasın diye biraz daha oturup kalkmayı
düşünüyordum. Delikanlı, kıza:
_Bir şeyler söylemene gerek yok, dedi.
Sesinde hiç de sitem yoktu.Kavga
ettiklerini düşünmüştüm oysa kızın tedirgin hallerinden. Gençliğin verdiği
toylukla ipe sapa gelmez bir konuda tartışmış olabilirlerdi.Ama kız
"peki." deyip başını delikanlının omzuna yaslayınca kavga fikri pek
mantıklı gelmedi.Merak etmeye başlamıştım. Elbet birazdan konuşurlardı anlardım
dertlerini. Onlara nasihat etmeyi düşündüm kırık yıllık evli biri olarak.
Hatice'yle nasıl geçindiğimizden, saygıdan, sevgiden bahsedecektim. Anlayıştan,
sabırdan dem vuracaktım.Gel gelelim ne kız ne delikanlı ağzını açıp bir şey
söylemiyordu. Daha önce böylesine yakın durup da bu kadar uzun zaman konuşmadan
oturan genç bir çifte rastlamamıştım. Parmaklarına baktım. Yüzük de yoktu yani
suskun evli çiftlerden de değillerdi. Artık defterimle oynuyor gizliden onları
gözlüyordum. Kızın gözleri gözükmüyordu. Delikanlınınkilerse evine nasıl ekmek
götüreceğini düşünen bir adamın gözleri gibi derinden ve uzaklara bakıyordu.
Bu gözler beni kederlendirmişti.
Kederli anlarda nedense insan bir şey içme ihtiyacı duyar. Çantamdan market poşetine sarılı su şişemi çıkardım ve
biraz içtim. Emekli ve ihtiyar adamlar böyle yapardı. Karıları, evden çıkmadan
bilmem kaç kere kullanılmış olan su şişelerine su koyar, nedense onu bir poşete
sarar, kocalarına verirlerdi. Karşıda soğuk su satan küçük çocuğun sularına
gözüm takıldı. Buz gibi suyu ve kendi suyumu düşünüp Hatice'ye kızdım. Hem ne
vardı ki şu poşete sarıyordu kaç kere sarma dememiş miydim ?Yine de bu gençlere
ondan bahsedecektim hele bir konuşsunlar.Kadının iktisatlı olmasının makbul
olduğunu anlatacaktım.Hatice'ye kızgınlığım biraz geçti. Kız kafasını kaldırdı.
_Müzik dinleyelim mi? dedi.
Bu sırada kızın gözlerini gördüm. Masum
ve çocuksuydu. Biraz tedirginlerdi
ama.Delikanlının bakışlarından ne dediğini anlamış olacak ki "peki."
deyip kafasını yine delikanlının omzuna yasladı.Hatice de böyle ne söylediğimi
gözlerimden anlar mıydı acaba? Niye bu zamana kadar buna hiç dikkat etmemiştim?40
senelik evli birinin buna dikkat etmemiş olmasına şaşırdım, üzüldüm de.
Bir polis arabası geçti ve sağımızdaki seyyar
çaycının önünde durdu. Çaycı aceleyle çay doldurdu. Hareketlerinden anladığım
üzere kaç şeker diye sordu, şekeri attı ve çayı uzattı. Polis çayı aldı ve
uzaklaştı. Tabi ki para falan vermedi. Şaşırmadım. Hatice'nin benim çayı kaç
şeker içtiğimi bilip ona göre çayımı getirdiği geldi aklıma. Biraz önceki
üzüntüm geçti bir nebze.
İki Roman kızı önümüzden geçti.
Şişmandılar ve yanımdaki çift hakkında olduğunu anladığım şeyler söylüyorlardı.
Bunlar bu parkta gördükleri her çift hakkında konuşup dedikodu yapmayı görev
edinmiş olabilirlerdi. Konuşup, kaş göz yapıp, kahkahalarla uzaklaşmak ve yeni bir
çift bulmak. Her insanın bu hayatta fark etmeyip yaptığı ve böyle görev
bellediği şeyler yok mu?
Gençler oturalı hayli zaman olmuştu.
Ama daha ne o kederli gözleri ne aralarındaki durumu anlatacak hiç bir şey
konuşmamışlardı. Merakım artıyordu. Neden konuşmuyorsunuz diye de sorulmazdı
ya. O an benden çekinip konuşmadıkları hissine kapıldım. Defteri çantama koydum
ve yavaşça kalktım. Gözlerimi onların üzerinden ayırmadan bankın arakasında üç
tur attım. Genç çift de bir değişiklik olmamıştı. Arada delikanlının yorulan
bacağı yerine diğer bacağını üste alması dışında hiç bir hareket yoktu.Uzaktan
bakan biri o bankta oturma sürelerinin geçmişi ve geleceği hakkında hiç bir
yorum yapamazdı.Acaba kendi aralarında böyle anlaşıyor olabilirler miydi? Hem
ne demişti delikanlı "Bir şey söylemene gerek yok."
Yorgunluk koluma bacağıma dolanmaya
başlamış, güneş başka yerleri dolaşmak için hazırlanıyordu.. En iyisi bir buket
çiçek alıp Hatice'ye götürmekti. Bu yaştan sonra bu ne romantizmi der miydi?
Hoşuna giderdi elbet papatyalar.Yine de sebebini sorardı. Hayırdır Tahir Bey
derdi.40 yıllık evliyiz bir şey olmasına gerek var mıydı? Bir bakardım
gözlerine, seni seviyorum Hatice'm dediğimi anlardı. Sahi anlardı değil mi?
blank
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder