Sıcaklık hissi.
Hislerin en çok arananı. Biraz daha sıcak, aradığından biraz fazla. Neden bu
sıcak? Alnına ve boynuna erimiş mumları
damlatıp tenindeki buharlaşmak üzere olan ter damlacıklarını yerinden oynatan
kim? Nefesini kesen bu yoğunluk ne?
Cehenneme mi yollandı acaba? Derin bir nefes alışla göz kapaklarını açması bir
oldu. Tavan, kireçle boyalı. Tişörtü sırılsıklam. Yirmi günlük sakalları
kaşınıyor. Dışardan bir kuşun zımbırtıları geliyor kulağına. Hayır bir değil
daha fazla, kuş da değil ayrıca cırcır böceği. Mobilet sesleri uzaktan, taksi
kornası, çocuk bağrışması, tavuk sesi… Araba gürültüsüne alışkın ama bunların
arasında tavuk sesi garip geliyor. Merkezden uzak küçük ilçelerde bunların
doğal karşılanması gerektiğini anımsıyor.
‘’Günde 2
kullanımla plağa karşı 24 saat koruma.’’ Gözlerini biraz aşağı kaydırıyor.
‘’Diş eti hastalıkları ve ağız kokusunun ana nedeni olan plağı azalttığı klinik
olarak kanıtlanmıştır.’’ Banyoda
olduğunu fark ediyor. Yüzünü yıkıyor ama dişlerini fırçalamıyor, ramazanın yaz
aylarına denk geldiği zamanlarda. Balkona çıkıyor. Vakit çoktan öğle olmuş,
yine güne geç kalmış. Hep gecikecek bir şeyler bulur zaten. Salona geçiyor,
otuz iki yıllık vitrinin yanındaki yirmi sekiz yıllık mobilyanın koltuğuna
oturuyor. Altına minder sırtına yastık koymadan oturulamayan, antika-hurda
arasında gel gitler yaşayan bir koltuk bu. Okumaya üşendiği iki kitabın
sayfalarını evirip çeviriyor. Kendi nefes alış verişini duyduğuna göre bu evin
içinde de dışında olduğu kadar yalnız olduğunu fark ediyor. Yarısında bıraktığı
okulu için hayıflanma isteği var içinde. Okulu bitirse ne olacaktı sanki? Daha
az yalnız olup daha az mı sıkılacaktı, yoo. İyi oldu iyi, en azından okulu
bırakma işinde geç kalmamıştı. Hızlıca geç kaldığı başka bir şey buluyor
kendine, yok iki hatta üç. Aceleyle abdest alıyor. İkindi ezanına altı dakika
var. Farzından öğleyi kılıyor. Allah kabul ediyor.
İftara kadar
bulaşıkları yıkaması ve dergi için yazısını tamamlaması gerekiyor. Bulaşıklara
her zamanki gibi bardaklardan başlıyor. Bardaklar tam yıkarken elinde
kırılmalık, kırık tam bileğini kesmelik, bileği tam saatlerce kan akmalık. Çeşmedeki
sıcak su elini yaktığı anda ölüm senaryosu kurmaktan vaz geçiyor. Bardaktan
babanesinin çay kaşıklarına benzeyen kaşıkları çıkarıyor. Sahi ne işi var bu
eski eşyalarla dolu, hafif döküntü ve bir o kadar da mütevazı evde. Çünkü
teorik olarak işi olsa da pratikte parası yok. Gördüğü zaman selam verdiği eski
iki arkadaşıyla kalıyor bu evde sekiz gündür. Yemek yapıp bulaşık yıkayıp evi
çekip çevirmesiyle mutualist bir iç parazit olarak yaşıyor bu konakta. Bir sinek vızıldıyor başının etrafında, arada
burnuna saçına konuyor. Elleri köpüklü kovamıyor sineği, başını sallıyor sinek
aldırış etmiyor. Çok sinir bozucu, yetiştirmesi gereken işleri var git başından
sinek! Burnunun ucuna konan sineğe bakınca bu defolası pis şeyin sinek değil
ait olamama hissi olduğunu fark ediyor. Off buraya da mı geldin sen! Sekiz
gündür rahattı oysa ki, en son buraya gelmeden önce misafir olduğu amcasının
evinde görmüştü. Demek buraya da ait değildi. Zaten gittiği hiçbir yerde kendinden
tek şey bulamıyordu, daima yanlış zamanda yanlış yerde olduğuna inanırdı. Canı
sıkılmıştı. Şimdi de ellerindeki can sıkıntısı kenelerini görüyor. Sanki
ellerinde değil de kemiklerinin üzerindeki zarda geziniyorlar, yedi yıllık
kıtlıktan çıkmış gibi emiyorlar kanını patlayana kadar. Canının bu denli
sıkılmasına sıkılıyor canı.
Parmakları henüz
buruşmamış, ilginç. Uyandığından beri sakin olan hava bir anda değişiyor,
sertçe rüzgar esiyor tıpkı babasının sevdiği gibi. Sanki olacak kötü şeylerin
bahanesiymiş gibi gözlerle bakıyor rüzgara. Sallanan ağaçları görüyor. Hey çok
vakit kaybetti daha yazıyı yetiştirmesi gerekiyor, tabi bulaşığı bitirebilirse.
Tüpe ilişiyor gözü. Geçen gün tüpçüye söylemeyi unuttuğu için yeni tüpü ocağa
kendisi bağlamıştı, hem de tek seferde. Galiba son günlerde yaptığı en
harikulade iş buydu. Ocağa yaklaştı. Vanayı çevirdi, tıslamayı duydu :
tıssssssss. Biraz kıstı, elini yakmak istemiyordu : tısss. Üzerinde saçma sapan
bir resim olan küçük çakmağı yaklaştırdı ocağa ve çaktı. Güm!!! Bunun yanında
şangır şungur!! Tavandaki kirece sıçrayan kan damlaları, yanmaya başlayan
mutfak dolapları… Evin dibindeki kahvede oturan elli sekiz yaşındaki postaneden
emekli Ali beyin gözünde korku, kulağında bir ses : çınnn!! Mutfağın
penceresinden yola düşen ketçaplı bir sağ kol…
Peeh! Bugün kurduğu ikinci ölüm senaryosu da tatmin etmiyor onu. Pek ses
getirmezdi bu, en fazla ikinci sayfa, kim isterdi bu şekilde ölmeyi? Seksen üçüncü yaş günü sebebiyle halka selam
ve gülücük dağıtmaya çıkan buruşuk suratlı İngiliz kraliçesine kurusıkı tabanca
doğrultup çatıdaki sınaypırlardan en keskin olanına kurban gitmek, tek kurşun,
alnın ortasından. Eh fena değil.
Bulaşığı bitirip
tezgahın üzerini temizliyor. Elleri buruşmamış, daha ilginç. Koltuğuna doğru gidiyor.
Sonunda başardı, yazıyı yetiştiremeyecek. Henüz hiç basım yapmamış bir müzik
dergisinin üçüncü sayısı için yazıyor. Yazılarını basan da okuyan da yok.
Hiçbir işe yaramadığına tam olarak kanaat getiriyor bu mide bulandırıcı
yerkürede. Sinek başında vızıldamaya başlıyor tekrar, keneler en korkunç
kabuslardan fırlamış gibi bacaklarına tırmanıyor. Sert rüzgar fırtınaya
dönüyor. Tedirgin oluyor. Salona
girdiğinde kocaman bir yeşil çekirgeyle karşılaşıyor. Aniden olduğu yerde
donuyor, korkuyor, tüyleri diken diken oluyor, kanı damarlarında tersine akmaya
başlıyor, gözleri açılıyor. Arkasındaki yağlamaya üşendiği büyük camlı kapı
fırtınanın etkisiyle gayır guyurdayarak olanca gücüyle çarpıyor. Bamm!! İlk
irkilmesi geçmeden tekrar irkiliyor ve olduğu yerde zıplıyor. Çekirgeyle
bakışıyor zıplamanın en üst noktasında saniyenin yetmiş ikide biriyle. Yere
indiğinde bir adım atmaya çalışıyor, fakat dün gece üzerinde çay içtiği sehpaya
takılıyor, dengesini kaybedip yere düşüyor. Başını önce duvara sonra zeminin
halı kaplı olmayan yüz santimetrekarelik beton kısmına ve orada günlerdir dik şekilde bekleyen
vidaya vuruyor. Önce bilincini kaybediyor, sonra kan kaybından ölüyor.
Cenazesi ertesi
gün sade bir törenle öğle namazına müteakip en yakın mezarlığa defnediliyor.
Mezar taşı olmadığını fark ediyor sağ kolunun üstüne yattığı yerden. Tahta var
sadece ayak ve baş kısmında dikine toprağa batırılmış. Mezarı mermer taşlarla
donatmaları için önce toprağın iyice çökmesini beklemeleri gerektiğini ve bunun
için birkaç ay geçmesi gerektiğini anımsıyor. Rahatlıyor. Hayatında ilk defa.
Ömer Faruk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder