...
özgüven eksikliği teşhisi koyduğu kendi yaptığını beğenememe sorunu vardı. bir cümleyi bir başkası kursa güzel, kendi kursa ne kadar da kötü bir cümleydi. nice cümlelerini çöpe atmıştı.
yapmak istediği şeylerden çok uzak hissediyordu. aşağılık kompleksinden de kurtulamamıştı bir türlü. karnına sancılar giriyor gibi psikolojik sancılar çekiyordu. bir de şu eskiye duyduğu özlem!
o beş kuruş elinde dolaştı aylarca. yine bir gün moda sahilinde yürürken kendine küfrettiği bir sırada yine sorgulamaya başlamıştı kendini. polis karakolunda loş ışıklı bir sorgu odasında faili sorguya çeken karizmatik ama sert ağzı küfür dolu ve şiddet yanlısı polis memuru da kendisiydi, sorgu sandalyesinde oturan ağzı yüzü dağılmış sefil bir halde olan muhtemelen yanlışlıkla orada bulunan ve her 'bilmiyorum' dediğinde bir yumruk yiyen zanlı da kendisiydi. günleri kendisiyle mücadele ederek geçiyordu.
deniz kenarındaki kayalıklara oturdu. tam da polis zanlıya bir yumruk attığı sırada "sen de bıktın di mi lan benden?" cümlesi dökülüverdi. muhattabı bu sefer elindeki küçük madeni beş kuruştu.
beş kuruş siklemedi.
sinirlendi.
o anda zanlı polisin kasıklarına bir tekme atmıştı.
beş kuruşu denize fırlattı.
polis neye uğradığını şaşırdı.
belediyeyi arayıp, o dar yolun düzeltilmesini talep etti.
zanlı kalkıp polisi dövmeye başlamıştı.
arkasını dönüp bir bakkal bulmak için adımlarına komut verdi. sonunda bir bakkal bulduğunda cebindeki bir sürü bozuklukla bir sigara alabileceğini düşünüp bakkala girdi.
-bi kısa marlboro, dedi. cebinde kalan son para olan bozuklukları çıkarıp saymaya başladı: 8 lira 95 kuruş.
-abi beş kuruş eksik, olur mu?
-siktir git!
-abi beş kuruş ya ne olacak?
-ulan kazandığımız ne kadar zaten. git burdan!
kendini tutup denize atası gelmişti. zor tuttu.
...
"kırtlama çay" .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder