30 Aralık 2015 Çarşamba



Kibrit Çöpü
can eriği özlenir 
atıl vakitlerden ziyade 
telaşlı anlarda

her ses konuşur
ve hepside bilir
sahici olmak bir düştü seninle

sana aşina sokaklarda
serseri misali dolaşırım
mıhlanıp kalırım sonra 
önünde evinin
gözlerine bakar gibi bakarım
ışığını pencerenin



28 Aralık 2015 Pazartesi

yokuş aşağı foto ile ilgili görsel sonucu

Yokuş Aşağı Bir Tekerleme

Ve bir göz buğusunun ortasında beliren kalp, iki yanında iki harf
Yaprağa saygı, tarçın, daktilo, bisikletten düşen rüya
Çok yalan çok yanlış çok yanılsama kayboldum
Kahve dumanıyla selamlaşıyorlar ağır retorik
Göz gözü görmüyor bu yalnızlıkta şaşkınım
Gebeş hikayeler ağızlarda pelte sakız
Özlemek ölümcül bu devirde de
Allah’ım gerçek ne
Nerede
O koku o an o buğusu gözlerin
Özlemek ölümcül bu devirde de
Allah’ım bu acı ne
Aşk gerçekse
Nerede






25 Aralık 2015 Cuma


AKŞAM SEFASI
Eğe kemiğinde gül sesleri
İsyanıdır tebessümün gamze
Üşengeç seyyah gezer gölgesini
Yaralarını yüzdürür açık denizde

Duvar diplerinde ateş böcekleri
Hardal sarısı güneş gam mayalar
Can eriğinin gözlerinde hapis söyleyecekleri
Dilinden dökülenler yürek yaralar

Ölüm döşeğinde süt dişleri
Gülümser perde arkasından kırık bahar
İncilerin yanına sakladık gülüşleri
Yitik şehir geceleri ağlar




1 Aralık 2015 Salı




YARALILAR İÇİN DİL BİLGİSİ
Bazı şeylerin nasıl ve nerede başladığı bilinmez
Biterse mutluluktur
Uzar çünkü mutsuzluklar
Bir nokta ya da bir çengele
Asılı durur kuyruklarından
Yaşanılanlar               

Eriyen dondurmalar zamanında
muteber bir gizdin
gerçeğe kilit vurulmuştu
Düşünüyorum da süslü laflara gerek yoktu.
Duru sakin mevsimsizdin
Sisli bir ormanda yürüyorduk
Eteklerinde ılık rüzgarlar

yaşanacak çok şey vardı,
anlatacak çok şey...
soğuk ve kıtalararası bir vapur yolculuğunda
bakışların iki nokta gibi her şeyin sonuna düştü
Ne demekti  bu cümlenin sonundaki iki nokta

  
ne son bulduk tek bir noktanın hükmünde
ne genişleyebildik üç noktanın enginliğinde.
İki nokta gibi kaldık öyle arada bir yerlerde..


pink




8 Kasım 2015 Pazar




DÜŞ'TÜN
rüyaydı
bi bardağa doldum.
içimdeki hisler taşırdı bardağı, ellerine sızdım. ellerinde var olmak ne güzeldi ta ki gözlerinin ışığında sarhoş olana kadar.
karalığına saklandım sonra saçlarının. saçların ki bana denizleri hatırlatır kaybolmak isterim.saçlarının dalgasında var olmak isterim.
sonra bi zaman geldi ve sende olmak ama seni görememek hissi içimde hafakanlara dönüştü.boşluğa bıraktım kendimi. tekrar görebilmekti seni tüm isteğim.
bir derenin soğuk sularında buldum kendimi. 
fidanlar suladım. çiçekler açtım, uzun yolları olan, sarı yeşil dağların eteklerinde. 
seni tekrar görmek için sadece seni onca yolu geride bıraktım. 
ve bir gölün sakinliğine uğradım. düşündüm sonra seni.ellerini, gözlerini, sesini... bilgelerde sabrımı gençlerde tutkumu tazeledim. gün batımlarında seni düşledim.
bi sabah bulutların içinde uyandım.maviliklerin içinde kahkahalarının büyüsünü anımsadım ve yüzünü düşündüm. yüzündeki kıvrımlardan anlardım hüzün yüzüne dik uzanırdı ve neşeli koyları vardı can sularıyla dolu.
yeryüzünde yağmur bekleyenlerden daha çok bekledim gökyüzünde yağmayı ve dua ettim sana gelmek için.
rüzgarlarla kısa süreli ittifaklar yaptım. aşktan anlamayan bazı rüzgarlar vardı tabi, beni hırpalayan alay eden başka yerlere savuran. 
ben meltemlere sığındım sam yellerinin sıcaklığında avundum. ümidim ve gökler karamaya başlamıştı. bir ses ayılttı beni. bir ışık parlattı ümitlerimi. dikkatsiz bir bulut çarpmıştı bize.
yağacaktım sana.
sırılsıklam.
kıpır kıpır.
herkes kaçacaktı benden bilirdim.
ve severdin sen yağmuru ellerinle tutmak isterdin. 
ellerin ahh o bir demet çiçeği tutarken çiçekleri utandıran güzellikteki ellerin.
sana yağmanın heyecanını anlatmak isterdim.

rüyaydı.
uyandım.
sırılsıklam uyandım.
bir bardak su doldurdum.
hala aklımdaydı adın.

blank

4 Kasım 2015 Çarşamba

aralanan karalamalar


iki kelimeyi bir araya getiremiyorum. bir şeyler anlatmak isteyip de kalemi elime aldığımda kendimi boş bir sayfayı karalarken buluyorum. tek anlatabildiğim bu. belki de tek anlayabildiğim bu olduğu için dünyadan. bir zaman sonra dönüp de o karalamalarıma baktığımda o ruh halimi anlıyor olmam asıl garip olan. karmaşıklığa alışmışlık mı dersiniz? hayır, hayır; bence bir anlama gelmiyor. zaten her şey bir anlama gelecek diye bir şey yok.
bu kadar susarken, yine de susmaya hasret; bu bir başka susmak olmalı. nefes almak isteyen çaresiz genç bir kadının susması gibi. kimileri bunu tehlikeli bulur. ben bulmam. bir kadın susuyorsa bu sadece o kadının susan bir kadın olduğunu gösterir. eşyalar, insanlar, hareketler ve durumlar onlara anlam yüklediğimiz kadar varlar.
böyle konuştuğuma bakmayın bir sikimden anladığımdan değil. çoğu zaman çoğu şeyin çelişkilerle dolu olduğunu düşünürüm.
ben de çelişkilerle doluyum. bir dakika! dolu mu? bu tamamen boşluk. evet çelişkilerle boşum ben.
düşüncelerim değersiz. değersizim büsbütün. tek bir faydam yok ne etrafımdakilere ne de dünyaya. yazamıyorum da zaten. eskiden saçma da olsa iki satır bir şeyler yazardım. sonra aşık oldum. ve bitti.
bitti mi gerçekten? burayı da sil. bunlardan bahsetmemeliydim size. ama bahsetmemem gerektiğini bilmeniz için birazcık bahsettim işte.
söyleyecek çok şeyim olduğunu hissediyorum. aynı anda söylenecek hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorum ya da söyleneceklerin zaten söylenmiş olduğunu.
sıkıştım kaldım.
hislerim ve düşüncelerim arasında.
gittikçe daralan bir boşluk burası.
kaçmaya çalışırken geçmişime takıldı ayağım, tökezledim, burada kaldım.
size daha önce bu ülkeden bir bok olmayacağını söylemiş miydim?
ben de biraz bu ülkeyim işte.

-ağyar-

3 Ekim 2015 Cumartesi

TATLI KIZA MEKTUP
öfkeler biriktiriyoruz. pul koleksiyonumuz yok bizim. 
sana öfkelerimi göstereyim mi tatlı kız.
uzun sekanslı gecelerimiz var bizim fransız filmleri biçiminde türk filmi tadında.
bu film sıktıysa sen çıkabilirsin gecemden tatlı kız.
gevşek gevşek laflar ederiz. oradan çıkarır buraya sokarız.lafla yürüttüğümüz gemi değil ama kalpler vardır cebimizde. kalp fazlalığı var biz de . 
çalıntı kalplerden bir tane de sen ister misin talı kız.
insan içinde ürkek bir tavşan gibi köşelere kaçarız. dört köşe olanlara uzaktan bakar hayallerimizi kemiririz. 
söylesene hangisi yaz köşesi biraz biz de canlanalım tatlı kız.

23 Ağustos 2015 Pazar


TAKSİ
duraktan boş ayrıldı bi taksi
sabaha az kalmış lakin en koyu gece
ipler karışık ipler ağaçlara 

kaldırım kenarı suyu ne ister ki hayattan
bitik bi sigara düşünce çeker derin bi ah
ve kirliliğiyle alay eder güneş her sabah
bi yağmurda büyür 
tükenmek zaten onun ömrüdür
misafir edilebilir 
şaşkın bi pantlon paçasında
kuruyana kadar

özlemek yok 
düşünmek yok
bi gerginlik var üstünde 
içini bilen yok
asi birine benziyor 
Hızırdır belki de
tanıyan yok

bilinmez bi yolcuya doğru sürdü taksici
ve dikiz aynasında dinlendirdi gözlerini
bakıp ardında bıraktığı yollara

bizi uyutmayanların sabahı bu 
ve gecede asılı kaldık biz
gecenin boynunda karışık iplik
salıncakta da sallanabilirdik
el etsek belki alırdı bizi taksi
kaldırım kenarında bi su birikintisi
bu kadardır hikayemizin hepsi


'blank'


15 Ağustos 2015 Cumartesi




İHBAR
Hikaye eksik başlar
Ve sürüm sürüm sürünür sonrasında başlar
Geceleyin efkar bürür
Gündüz uzayan bıkkınlık
Tükürmek kusmak uçmak yok olmak
Sıyrılabilmek isterdim kendimden
Öteki türlü bir zaman aksaydı keşke
Akıl zembereğimden
Sevgi mesela özleme gebedir
Özlem kıpır kıpırdır ilk vakitlerinde
Ve yine sevgi tutkuyu büyütür delikanlı
Hikaye eksik başlar
        Sevgi mutlaka bir ayrılık saklar içinde
       Ve musallaya bir gün uzanır herkes
   gider geldiği yere


                                                                     
                                                                          blank

12 Ağustos 2015 Çarşamba

O M B

Bir çok insan soruyor OMB nin acilimi ne? Tatmayan bilemez arkadaslar bastan soyliyeyim.

OMB bir varlik,nesne, olusum, yada fiziksel birsey degildir. OMB aslinda bir ideoloji yada yasam tarzidir.  Zamaninda 7(!) kisi ciktigimiz bu yolda, zaman geçtikçe biz büyümek istemedik. Hep çocuk kaldık, bir araya geldiğimizde hepimiz çocuklaştık. Çünkü bundan haz aldık bunda huzur bulduk...

OMB için yer zaman farketmez, yani bu kişiler bir şekilde bulurlar birbirlerini.. Eğer sizde bu gruba aitseniz bulursunuz bir gün kendinizi bu grupta.

Bir çok insanın hayal ettiği ideal yaşam biçimidir OMB. Bir çok insanda kaldıramaz zaten bu yaşam biçimini. Nermusan.

OMB nin açılımını bulan kesinlikle OMB'nin içinde yer almalı. Çünkü açılımını bulan kişi belli bir mesafe yol kat etmiş demektir yada geceleri ağlarken yalnızdır.

OMB kardeşliktir
https://www.youtube.com/watch?v=vGxoxgOAbQY


p.s.

22 Haziran 2015 Pazartesi

kılzınlay

Ne kadar dostu olduğu insanın, ramazan'da  ortaya çıkarmış..
"Hadi gel beraber iftar yapalım mı" diyen kişilerdir dostlar..
Yine yalnız olduğum bir ramazan, hiç dostumun olmadığı bir ramazan
Beni hançerleyen son dosttan sonra dost edinemez oldum

İftarı tanımadığım insanlarla yapıyorum,
Ya iftar çadırında, yada esnaf lokantasında.
Tekelden aldığım parlementi hiç söndürmeden bitiriyorum
Tek arkadaşım gölgem, sanki birşeyler anlatmak istiyor
O da karaktersiz benim gibi bir uzuyor bir kısalıyor

Sahil kenarı huzur veriyor azıcık,
taa ki mutlu mesut muhabbet eden insanları görene dek.
Başkalarının mutluluğu niye beni mutsuz ediyor, yoksa imreniyor muyum?
Hayır hayır, mutluluk sadece beyinde salgılanan bir hormon olamaz.

Peki nolacak, hiç birşey olmayacak,
bende diğer tüm insanlar gibi saçma sapan meşgaleler bulup kendimi avutmaya çalışacağım.
artık amacımız dost kazanmak değil, daha da fazla dost kaybetmemek olmuş.

fakir olduğun kadar samimisindir bu hayatta.

vesselam
                                                                                                        patron stayla

27 Mayıs 2015 Çarşamba


UZAKLAŞINCA GÖRÜNTÜ
Hayat daha büyüktür.
Aşk bize her şey gibi gelir.  Toplamıdır hayat bütün aşkların. Uzak baharlar şiirler söyler. Göz kapakları harekete meyillidir. kıpırtı bir yürekte deprem hissi verir.Aşk bize her şey gibi gelir ama hayat daha büyüktür.
Sevmek delice bir arzudur, tutkudur, yıldırım atlar gibi dörtnala gider. Zaman kamerayı geri doğru çeker zihinde ve atlar gitmekten çok kayar bozkırda. Bize tek yol gibi gelir gittiğimiz yollar ama hayat daha büyüktür.
Küsmek taşınabilir bir şeydir. Dünden bugüne, kara kutular içinde. Akıl erdirilemez şeyler birikebilir cüssemize göre alışkanlıklarımızda. Alıştıklarımız bize her şey gibi gelir ama hayat daha büyüktür.
Çabalamak var olmak sayılır bazı felsefelerde. Uzunca bir ağaca tırmanabilir elbet karınca. Emek buhardır trenleri götüren. Trenler birbirini yer sonsuzda. Ellerimizle kazırız toprağı, damla damla birikir alnımızda. Biriktirdiklerimiz her şey gibi gelir ama hayat daha büyüktür.
Uğultu iktidardır. Felaket bas bas bağırır sokaklarda. Ağızdan dökülen boşluğa zarar verir. Fikirler zampara zekeri gibidir. Kimi kulağında sallandırır, kimi ağzında. Duyduklarımız bize her şeymiş gibi gelir ama hayat daha büyüktür.
Ezilmiş başlar görürüz yataklarımızda. Saç diplerimizden kanlar çıkar.  Kopmuş kollar düşebilir yemeklerimizin içine. Kıl da dönebilir gerimizde kıldır nihayetinde. Aldanırız sahte ışıklara, tecrübe deriz yüzdeki kırışıklara. Yüz kere ölür, bin kere kedere gömülürüz. Mutlu da hissedebilir insan. Ne de olsa yaşanmaz hatırlanır daha hakiki mutluluklar. Yaşadıklarımız bize her şey gibi gelir ama hayat daha büyüktür.

Farkına varınca anlar insan hayat ağır bi yüktür.


-diken uçları-

12 Mayıs 2015 Salı


Bİ AŞKIN TEKÂMÜLÜ
Sıralı ağaçların gölgelediği bir yoldu.
Kayıyor hissi uyandıran yürüyüşüyle suyun dağılışını nehirlerin akışını hayal ettiriyordu.
Gölgeleri ferahlatıyordu adımları.
Koşup gelmişti tüm hatıralar eski günlerin bahsi geçince.
Eksik yürek, savruk akıl, yıkık düşler… En son aşk dolu gülüşler gelmişti haliyle, uzundu yolu hepsinden
Konuşmak yasak,
dokunmak yasak,
durmak yasaktı.
Kimse görmeden gözleriyle sarıldı bana.
Kimse görmeden derin bir nefes çekti duyabilirmişçesine  kokumu.
Kimse görmeden elleri saçlarımda gezindi.
Yıllar günler saatler hiç olmazsa bir kaç dakika beklenirdi.
Oysa üç beş saniyeye sığıştı vuslat.
Köpük köpük hicran bırakan yürüyüşüyle boşluğu dolduran bir uçak uğultusu bıraktı geriye.
Gölgeler yıkılıyordu birbirinin üstüne.
Bir tutam  his okşuyordu yüreğimi, kaçıp gelmişti gizli tariflerden.
Aşk ermişti tekâmüle.

Sarılınca bana gözleriyle kimse görmeden.



-diken uçları-

6 Mayıs 2015 Çarşamba



ŞEFFAF BALON
Susmak gereken yerler vardır.
Susmaktan başka bir şeye yerin olmadığı zamanlar.
Bazen susmanın bile varlığınızı oradan silmeye yetmediği anlar yaşarsınız.
Tam köşeyi dönersiniz mesela ve bir adam karısının karnına bıçağı o an saplar.
Ya da bir gencin kodlamayı unuttuğu kitapçık türü yüzünden yıkılan hayallerinin haberine denk gelebilirsiniz bir otobüs yolculuğunda.
Kelimeler arda arda gelebilir. Uzayabilir. Kötü ya da iyi bir anlama denk gelir.
Kalım kitaplara, peçete parçalarına, duvarlara sığabilir.
Hatta olur ya bir yağmur sonrası sokaklarınızdan kelimeler akabilir.
Susmak zamansızlıktır ardı olmaz.
Susmak uzadıkça acır, susmak mekânsızdır,  bir yere sığmaz.
Tahmini yoktur susan birinin aklınkilerin,  anlamsızdır tabiri olmaz.
Bulutlar gibi büyür. Göğe yamanır.
Bir başkasının acısını en çok susmanın bile varlığınızı oradan silmeye yetmediği anlarda yaşarsınız.
Yok olmak istenilen zamanlar vardır.
Gece diplerinde düşünülür.
Zihne kazınır.

-diken uçları-

2 Mayıs 2015 Cumartesi



ELVEDA
Bi gün, bi aşk, bi nazara çarpıp, bi gönle düşmüş.
Aydınlatır gibi olmuş bir deniz feneri uzaktan gelen bi gemiyi.
Kuşlar döner gibi olmuş gittikleri yerlerden.
Bahar dolar gibi olmuş sokaklara aniden.
Uzamış geceler üç harf boyu, günleri hayaller almış, hayalleri gözler, gözler dipsiz bi kuyu...
Ağrılar yürümüş karında, parmaklar uyuşmuş, bi işgalci gibi çökmüş gamzelere unutulmuş tebessümler.
Anlamların saçları karışmış, cümleler dağılmış, kelimeler yolunu unutmuş...
Üçer beser atlayıp çitleri, dalmışlar rüya bahçesine hisler.
Biri düşse, biri kalkmış, biri açsa, biri tokmuş… Durmak nedir bilmezmişler.
Kâh kıyısına varılmış bir ölümün, kâh halayına durulmuş bir düğünün...
Uzun gecelerden biriymiş, bir ışık telefonda yanmış, bir kuş yürekten havalanmış, uyuşuk parmaklar tuşlara basmış, umulan kelimeler dolu bi ekran bulunan tek kelime bir heyulaymış.
Gözler kararmış, bir tur kendi etrafında dolanmış harfler. Usulca oturmuşlar sonra kendi yerlerine.
Gözler tekrar bakmış ekrana, akıl buz gibi donmuş, ağız kurumuş...
Bir gün, bir aşk, bir kelimeye çarpıp, bir gönülde kırılmış.
Âşık, sevdiğinin iki gözüne bi sözüne bakarmış.


-diken uçları-

30 Nisan 2015 Perşembe


YIKIK DUVARLAR
Fiyakasız bir yaşama razıydı adam. Vade doldurmak gibi bir şeydi onun için yaşam.
Vasattan hallice bir iş için dört sene okudu. Okurken onun bunun ağız kokusunu, dedikodusunu, acayip huylusunu, devanası dev egosunu sineye çekti. 
Dahası da oldu.
Aşk var dediler acısını çekti, sigara uzattılar duman duman içine çekti, geçmezdi günler bir siyah tesbihle “ya sabır!” çekti, telefonlarını uzattı insanlar, mutlu yüzlerin fotoğrafını çekti.
Mutluluğu fotoğraflarda dondurup, aşkını sigara dumanlarına yükledi.
Fiyakasız bir yaşama razıydı adam.
Biri, vasattan hallice olan iş hayalini kenarından köşesinden çekti, eğdi, burdu, yaydı.
Hayaller bazı adamların en hassas noktalarıydı. Dayanamadı kırıldı.
Kırılan bir parça geldi dokundu tesbihin ipini kesti. İp koptu, tesbih taneleri dağıldı.
Fiyakasız bir yaşama razıydı adam, ama, fakat lakin…
Adam durdu durdu, bir “ah” çekti.


-diken uçları-

29 Nisan 2015 Çarşamba

MEMUR
Devlet memuruydu. Gerçek bir devlet memuru. Hafif griye çalan bir takım elbise. Kırlaşmış ve üstlerden dökülmeye başlayan saçlarını gizlemeye çalışan genç işi çizgili siyah bir kravat ve çehreye iliştirilmiş ‘’ heeey siz var ya hiç umurumda değilsiniz! ‘’ gülüşü… Her şeye rağmen 43 gösteriyordu. Tüm bu çabalar boşa gitmiş gibiydi. Üniversiteli gençlerin arasına karışıp bir yaz akşamında genç işi şarkılar çalan bir bara gidip iki bira yuvarlamakla genç olunmuyordu ya. Alnındaki çizgiler ‘’ yatay çizgiler’’   ve  göz altlarındaki torbalar, evde onu bekleyen menapozuna ramak kalmış karısını ve biri şehir dışında üniversite okuyan üç çocuğunu ele veriyordu. Gayri safi milli hasıladan payına düşeni umarsızca içerek tüketmesi ona da garip geliyordu. Bir o kadar da heyecanlı. Kendini yılara meydan okuyormuş gibi hissediyordu.
Çişi gelmişti. Yüzündeki aptal sırıtmadan vaz geçmeyerek kalktı masadan. ‘’ Pembe bir mezarlık gördüm rüyamda…’’ Mezarları düşünecek kadar yaşlanmış mıydı? Yok canım daha neler. Hem daha prostat sorunu bile yoktu. İşedikçe mutlu oldu.  Ellerini gelişigüzel yıkayıp masasına döndü. Kaymakamlıkta çalışıyordu. Masada oturan kendinden en az onar yaş küçük diğer kaymakamlık çalışanları kadar neşeli olmaya özen gösteriyordu. Dört kişiydiler. Gençler ayıp olmasın diye çağırmış, o da ayıp olmasın diye kabul etmişti. Pek sevmezdi bu yeni yetmeleri  ama aralarında olmaktan haz da alıyordu. O sönük suratlı, buruşuk penisli (pisuvarda yan yana işerken görmüştü) bunak amiriyle takılmaktan daha cazipti.
‘’Bir bira daha’’  diye seslendi seslendi kot şortlu, büyük göğüslerini derin dekoltesiyle servis eden garson kıza. Boş bira şişesini alan garson kızın parmaklarına parmaklarını sürttü hafifçe.  Saçları siyah, gözleri gerçek maviydi. Kalçaları dolgun, hareketleri zarif,  gülüşü bahar çiçekleri, kokusu miski amber, dudakları ahuydu.  Oturduğu yerden, dizini belli belirsiz garson kızın bacaklarına sürttü. Bira şişesini avucunda sıkıştıran garson kız, kırk sekizlik devlet memuru Recai beyin gözlerine gözlerini dikti. Yaşlı olan kalp olanca gücüyle kan pompalamaya başladı. Tam bir şey söyleyecekmiş gibi kırmızı dudaklarını araladığı anda Recai beyin telefonu çaldı. Garson kıza gülümseyerek masanın üzerindeki telefonunu işaret etti. Henüz yirmi dördündeki kızın nefesi içinde kaldı.
-Alo, efendim hayatım.
-Recai neredesin?
-Geliyorum hayatım.

-Recai. Ufuk’a bir şey oldu Recai. Nefes almıyor galiba Recai. Ağlamıyor da, el kadar bebe neden ağlamaz Recai. Çok derin uyuyor galiba Recai. Gel de uyandır Recai. Babasını görse kalkar belki Recai.



                                                                                                                    -alengirli silindir-

25 Nisan 2015 Cumartesi


AĞIZDA KALAN TAT
Beş yıl oldu evleneli.
Ağız tadımı, sevdiğim yemekleri, mezeleri öğrendi karım. Kimini eşten dosttan internetten çoğunu annemden öğrendi.
Geçenlerde kahvaltılarda, özellikle bayram sabahları, annemin yaptığı bir meze geldi aklıma. Karım bunu bilmiyordu.
Annem iki ay önce öldü. Hayatımızda olan gölgelerini, varlığının büyüleyici rahatlığını ve bizi en çok bilen insanın bize dair bildiklerini alıp gitti.
 Şimdi bir bayram sabahı kahvaltıda, o meze geliyor aklıma. Eksikliğimi ve insanlığımı hissediyorum.


Ölenle ölmüyor insan, eksiliyor.




-diken uçları-

22 Nisan 2015 Çarşamba



REDDE SEBEP
Pekala olabilirdi oysa.
Sevebilirdi beni. Yokuşları kol kola çıkabilirdik. Asma yapraklarını türkü söyleye söyleye toplayabilir, ikindi vakti iki renk kek yapıp sıcak sıcak çayla doyana kadar yiyebilirdik.
Paylaşabilirdik yani onunla bir hayatı.
Gel gelelim çok neden de sayabilirim bunların olmamasına.
Denizleri tuzunu, yolların düzünü, tatsız domatesleri, mide gurultularını, ötmeyen kuşları, iklim değişikliklerini hatta boğazlı kazakların boğuculuğunu bile sebep olarak gösterebilirim.
Fark eder mi, ne değişir?
Sevmedi.


-diken uçları- 

13 Nisan 2015 Pazartesi

heybetli fesleğen



her sabah olduğu gibi bu sabah da yedi otuzda çalan alarmla uyandı. her sabah olduğu gibi bu sabah da mutsuzdu ve birkaç dakika hayatı sorgulayarak güne başladı. ağzı bok yemiş gibiydi ve ağzının foseptik çukuru gibi koktuğundan da emindi. hızla elini fesleğenine attı, ıslak olup olmadığını kontrol etti. kuruydu. biraz okşadı ve kokusunu hissetti. sonra fesleğenini suladı ve kalkıp duş alıp hazırlandı.

yedi elli beş. birkaç parça bişeyler atıştırıp kravatını henüz düzeltmeden kendini dışarı attı. her sabah sektirmeden sekizi iki geçe duraktan geçen otobüse yetişmek için hızlı adımlar attı. 

sekiz yirmi dokuzda ofisindeydi ve yine berbat selamlaşmaları yapıyordu. herkese sahte bir şekilde gülümsemek ve günaydın demek zorunda hissediyordu. arif beyin masasındaki fesleğene gözü takıldı, oldukça büyük görünüyordu. arif bey de bakışlarını farketmiş olacak ki biraz utandı. o da gözlerini kaçırdı.

masasına geçti. bilgisayarını açtı, maillerini kontrol etti. reklam mailleri dolmuştu yine kutusuna. bir reklam dikkatini çekmişti: “doğal maddelerle fesleğenlerinizi büyütmek istemez misiniz?”. 

iyi de fesleğenin büyüklüğünün ne önemi vardı ki, önemli olan işleviydi. okşayınca güzel kokması yeterliydi. zaten fesleğenini okşamayı çok seviyordu. bunların para tuzağı olduğunu düşünüp içinden küfür savurdu. saat dokuz olmuştu ve henüz işe başlamamıştı.

dokuz otuz. sekreter aysun kapıyı tıkladı. günlük incelenmesi gereken dosyaları getirmişti. hergün olduğu gibi bugün de oldukça çekici ve tahrik edici giyinmişti. bu kadın bir erkeği nasıl baştan çıkaracağını biliyordu. zaten o da baştan çıkmaya dünden hazırdı. 

aysun hanım dosyaları masaya bırakırken abartılı bir şekilde masaya eğildi. dosyaları bıraktıktan sonra bakışlarını masanın altına doğru çevirdi. derken fesleğeni gördü. gözlerinin içi gülümsedi. saçlarını yana doğru attı. böyle yapınca çok seksi göründüğünün farkında olmalıydı. 

elini fesleğene doğru uzattı. usulca okşamaya başladı. bir tutam yoldu ve ağzına götürdü. çiğnemeye başladı. bu kesinlikle dünyanın en güzel sahnesiydi. o ise sadece onu izliyordu.

aysun hanım fesleğeni okşamaya devam ederken heyecanla ne yapacağını bilemedi. bir şey yapmalıydı. birden masasındaki suyu alıp fesleğeni suladı. 

saat dokuz otuzüçü gösteriyordu ve aysun hanım bu kadar erken beklemiyor olmalıydı ki yüzünü buruşturup odadan çıktı.

hemen mail kutusunu açtı ve diğer reklamları incelemeye karar verdi. fesleğenin ideal sulanmasını ayarlaması gerekiyordu.


-vismaior-          

12 Nisan 2015 Pazar


Karda Kışta Bir Serçe  Üşümüş Dal Üstünde

NİSYAN GÜNLERİNDE AŞK  /( SA’V)

Bir münadi ağzında büyüttüğü kelimeleri
Saldı, vakitlerin en yorgununda
Diyordu ki serçe kuşu tüllendi
Diyordu ki ak kanatlar süslendi
Sandık ki serçe kuşu dündendi
Bilirdik ki acı ve mutluluk aynı düğümdendi
Bir nasi içinde unuttuğu kelimeleri
Buldu, vakitlerin en durgununda

Asılı kalıyordu ağızdan çıkan kelimeler
Yasa has siyahlar giyilmişti
Kimi sesli kimi sessiz harfler
Heyula gibi karşıma dikilmişti
Yalanın kuyruğunu taşıyordu nedimeler

Diyelim ki hikâyenin kötü prensesi
Diyelim ki kalpsizdi üstelik
Diyelim ki çift taraflı ceketler giyerdi
Diyelim ki tılsımlı zehirler sürerdi gözleri
Diyelim ki ovmakla çıkmazdı kirleri
Ve yine diyelim ki ölmüştü bir yaz günü

Ölüler de can yakar ne diyelim ki

pink



8 Nisan 2015 Çarşamba



KAPANA KISILMANIN MUĞLAK TARİHİ
gecenin ortalarına az kalmıştı.biri adam biri kadın iki kişi arkalarına bakmadan  kalıplarını yırtarcasına bir hamle yaparak kaçtı şehirden ve geçmişten.
tepesi düz dağları uzun kavaklar sıralı yolları ve nilüferlerin gelin gibi süzüldüğü gölleri geçip akşamların çocuk gözleri kadar parlak gündüzlerin bebek uykusu kadar huzurlu ismi önemsizleşmiş o şehre vardılar.
varlıklarından memnun ama onları umursamaz davranan insanların arasında istedikleri gibi yaşamaya başladılar.
aşkın tüm evrelerine dalıp sihirli değneklerin ışıltısında dans ettiler.
sahil boyu kumlarda koşup sabaha kadar en çılgın en ilginç hayallerini anlattılar.
en sevimli tebessümlerini süslü tepsilerde sunup en büyük kahkahalarda ıslandılar.
ne ona takıldılar ne buna ne yaşa ne başa ne zamana. 
hani depderin uykuların saklı köşelerinden çıkıp sürpriz duygular sunan rüyalarımız olur ya onlar gibi katışıksız masum dolu dolu rengarenk bir hayat yaşadılar.
öyle gitmenin de bir bedeli vardı.
vakit gece yarısına yaklaşmıştı.
sessizlikte bir ses duydular.
anlamaya ve ağlamaya başlamaları eş zamanlı oldu.
aynı dağları aynı yolları aynı gölleri aşan bir kara nefes yılan gibi süzüldü önce kadının damarlarına.
kadın yere yığıldı.
bedel ödemek adama daha ağırdı.
o sahip olduğu masalsı kızı gözü önünde yitirdi.
bunun acısı beyninin ve kalbinin kıvrımlarında doruklara ulaştığı an o kara nefes adamın damarlarına derin bir ahh çekiş gibi girdi.
adam yere devrildi.
ritmik bir uğultu fısıldıyordu ağaçlar.
ayak sesleri gibi, nefes almak gibi, gitmeyi isteyip gidememek gibi..

A.Y.

24 Mart 2015 Salı


batmak

"Zaman bir hızdır ve yıldızdır akan 

Esneyen günler ve gece üstünden "
m.akif inan

hızına yetişemediğimiz çökmeler oluyor gövdemizin bize bakan yamaçlarında.
depremler oluyor sarsılıyor sahip olduklarımız.
arınmak için bir kuyu başı arıyor gözlerimiz ya da eski bir çeşme.
vakit takribi yarısına vuruyor ömrün ve biz arpalarla bile boy ölçüşemeyecek uzunlukta yolar alıyoruz.
kimi zaman yol almak bir yana olduğumuz yerde sayıyoruz.
günler gecelere eş oluyor ,
günler gecelerden öne düşüyor,
kısalıyor eskiyor günler.
ne unutabiliyoruz zamanı ne de büsbütün içine dalabiliyoruz.
sancılı uykular ceplerimizde ve bir dolu kabus.
öbek öbek yığalım şimdi öfkeyi kederi talihe.talih makus.


                                                                                          others


22 Mart 2015 Pazar

yalnızlığa sapmak

"celladıma gülümserken
çektirdiğim son resmin arkasındaki
satırlar"
- ismet özel

alışkın değilken yalnızlığa, sıkılır oldum insanların yanında. kibir akan konuşmalar, riyakar tavırlar ve birbirini ezmeye çalışan birbirinden samimiyetsiz insanlar. hepsi, beni yalnızlığa itmekte yarışan zavallılar.
yanında sıkılmadıklarım da benden sıkılmış olsalar gerek ki gittiler bir bir. böylece kalanlara kalıcı gözle bakmak zor oldu.
sevdim. sevildim. üzdüm. üzüldüm.
ayrılmanın da vahşi bir tadı olduğuna inandım, dahil ettim onu da sevdaya. tek kötü söze layık değildi sevdiklerim.
olmadı değil kızdığım. ağır geldi belki bu kızgınlıklar ama bilmediler ki onlar, onlar oldukları için bu kadar kızılabildiler.
böylece bir yanımla kendim de dahil oldum beni yalnızlaştıranlara.
şunu bildim daima: değmedi, değmez de kırmaya.

- ağyar -